31 Aralık 2009 Perşembe

"seneye görüşürüz"



umarım, yılbaşında büyük ikramiye size çıkar ve bana da bir ferrari alırsınız sevgili okurlarım.. seviyorum sizi ben..

not: "seneye görüşürüz" ne kadar da hoş bir espiri değil mi? (!) azalarak bitmesi dileğiyle..

25 Aralık 2009 Cuma

mutlu!

şu sıralar evde, özlenen aile havası var, ve ben çok mutluyum lahana dolmalarım. babam ve annem, uzun zamandan sonra ilk kez bana geldiler. evde geçirdiğim her saat talk show (!) kıvamında, ama inanın bu bir haftadan sonra çekilmez hale geliyor (:

örnek, geçirdiğimiz şu son 1 saat. tv açık, babamla beraber bulaşık yıkarken, sürekli dalga geçtiğim hadise'li penti reklamı çıktı. reklamın bitişindeki "penti'ni göster" lafından sonra babam kendi kendine kıs kıs gülüp anneme dönerek, "hayatım, pentini gösteeeer" dedi.. işte ben bunlara mağruz kalıyorum. bunu da geçtim, yine bulaşık sırasında sevgili babacağımın bana sorusu şuydu;

-turist kızım..
-hıı
-neden stand up gösterisi var da sit down yok?
-?!?!?!?!!!
-höhöhöhöhööö
ve annemden "siz ne saçma insanlarsınız" bakışı geliyor bizlere...
ailecek belgeseli çekilesiceleriz..

12 Aralık 2009 Cumartesi

sansür

bundan sonra yazılarımı yazarken küfür ya da ayıp kelimeler kullanmamaya özen göstereceğim sevgili okurlarım. neden mi? sevgili babacığım benim bloğumu okumaya başlamış da ondan!

-sen ne öyle küfürlü şeyler yazıyorsun?!
-n'oldu ki?
-göt yazmışsın bloğuna. okudum.
-ne var bunda?
-hiç sana yakışıyor mu kızım, daha tertipli düzenli, ahlaklı yaz. mesela "göt" deme "g*t" de.
-tamam. hadi çıkıyorum ben msn'den öptüm.
-tamam öptüm, çorap giyin!
-..
-çorap giydin mi?
-giydim ya giydim!

6 Aralık 2009 Pazar

bu başlığı ojeli tırnaklarla yazıyorum



gözlemlediğim ve dinlediğim kadarıyla albüm yapan 3 kişilik kadın gruplarının hepsi, çıkış yaptığı zaman dikkat çekiyor ama zaman geçtikçe kendi kendilerine yok oluyorlar. bir de 4 kişilik kadın grubu var, bunlar sayıca fazla olduğundan daha falza gündemde kalıyorlar. eğer ki bir kadın grubu kurmak isterseniz, üç şart var; 3 ve daha fazla kadın, 3 çift uzun bacak ve bu kadınların güzel olması. evet ses gerekmiyor artık, müzikte de görsellik devri başladı çünkü. aslında buna bir bakıma katılmıyor değilim. bir sahne insanın sadece kulağa değil, fiziğiyle, gözlere de hitap etmesi gerekir. düşünsenize sahnede 150 kilo bir kadın şarkı söylüyor, ama dünyanın en güzel sesiymiş meğersem. moraliniz bozulmaz mı? ah bu kadının sesi güzel olduğu kadar fiziği de güzel olsaydı da böyle acılar çekmeseydik demez misiniz? magazin programlarına bikinili yakalansaydı, kafanızı taşlara vurmaz mıydınız?

olmaz arkadaşım, kulaksız güzel kadın grubunun albümü 30 tane satabilir anca. ama benim muhteşem sesli şişman teyzem milyonlarca satsın, azıcık dikkat etsin boğazına, spor yapsın, sahneyi kilosuyla doldurmasın. tadından yenmeyecek konserler bu şekilde oluşur anca, güzel müzik, güzel fizik! biri olmazsa diğeri eksik kalır. tabii bu söylediklerim sadece kadın sanatçılar için geçerli. erkeklerde durum biraz değişiyor, henüz ben de çözemedim bunu çünkü tezimi çürüten bir yaratık var; ajdar! şimdi söz sizde okurum..

25 Kasım 2009 Çarşamba

zılgıt

öncelikle siz değerli okurlarıma bugün öğreteceğim önemli olayı açıklamak istiyorum; zılgıt.

zılgıt, anadolumuzun sevinç çığlığıdır. nerde bir türkü bara gittiniz, oracıkda halay çeken, özünü unutmamış, uzun saçlı esmer üniversite öğrencisi kızımız, bir diğer yanda düğünlerin vazgeçilmezi, düğün çorbasının baş mimari ve de "kınayı getir aney" adlı türküyü kına gecelerinde bize o yanık sesinden icra eden teyzeleri, bunun için vardır. zılgıt'ı yaşatmak ve özümüzü unutmamak için! zılgıt'ın tarihi çok eskilere dayanır. yörük çadırında yaşayan bir ana'nın, yavrusuna kavuşma öyküsüdür. yavrusunu kaçıran atlıları yıllarca arayıp bulamayan teyzemiz, acısından dermanını, kocasının ayaklarını yıkamakta bulmuştur (ayak yıkamanın da tarihi buraya dayanır). yıllar geçtikçe o yıkanan ayaklar çürür ve teyzemizin kocası yörük ali (evet, bu da bildiğimiz efelerin efesidir.) vefat eder. hem beyinden, hem kınalı kuzusundan ayrı düşen anadolu kadınım, bu sefer de kendini tarlaya, samana, tırpana vermiştir (böylelikle yerleşik hayat oluşmuştur.) derken günlerden bir gün güneşin kına rengini aldığı vakit kuzusu gelmiştir bu teyzenin (kınalı kuzunun tarihi de buraya dayanmaktadır). yavrusunu görür görez, sevincinden ne yapacağını şaşırmış olan yörük ayşe bağrını delercesine yumruklayarak "vilililililililililililililiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii" diye bağırmıştır. işte zılgıt'ın bu götümden uydurduğum hikayesi, bir gün vikipedilere düşecek ve ben bunu ilk turist'ten duydum diyeceksiniz.

şimdi gelelim zılgıt'ın müzikal boyutlarına. dışarıda duyduğunuz çoğu zılgıt doğru değildir. bir çok insan bunu dalga geçercesine ve anormal sesler çıkartarak yapar, örneğin;
-vülülülülülülülülüüü
-alililiiilililililililiiliiiiiiii
-ahey ahey (bu kesinlikle yanlıştır!)
-bilibilibilibililiiiiiii
bunların hepsi yanlıştır. doğrusu;

-vilililiililililililiiiiiiiiiiiiiiiiii'dir.

müzikal olarak inceleyecek olursak, "vi"'den sonraki "li" hecesinden itibaren crescedo yapılarak ( crescendo: volümü arttırarak demektir.) en sonraki "i" ye gelene kadar devam ettirip, sondaki "i" de ani bir düşüş yapmayı gerektirir.

şimdi hep beraber yapıyoruz, diyaframınıza geniş bir nefes alıp 1 saniye tutun, ve şimdi;

-vilililililililililiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii..

sevgiler.

21 Kasım 2009 Cumartesi

laf ettim


şu poponun arasına sıkışan külot var ya, işte böyle en kalabalık mekanlarda, şık giyinmişsin, milletin gözü üstündeyken, öyle bir rahatsızlık verir ki, düzeltemezsin de, hatta geçici olarak hayattan nefret etme sebebi ilan edebilirim. sen de ne diye o lastiği gevşek külotu giyersin ki böyle önemli günde.. hayır tanga ayrıdır, onu giydiğin zaman böyle hissetmezsin, çünkü baştan kabul etmişsindir araya girme olayını, bir süre sonra unutursunda. ama gelgelelim (bu da ne komik kelimeymiş) lastiği gevşek külot, yapmasın bana bunu, etmesin, eylemesin, gitsin, çook uzaklara gitsin, çekmecemde durmasın, defol, defol pislik! iyice çirkinleştim senin yüzünden..

muhabirlik güzel meslek derim hep. yine diyorum. muhabir sen ne güzel şeysin. kendi kendime yaptığım bu saçma geyiği bırakıp konuya giriyorum şimdide. muhabirliğin çok eğlenceli olduğunu düşünüyorum, bol bol gezen, haber peşinde koşan, bazen saçma bazen güzel haberleri bize ileten elçiler. "ne güzel yahu, gez gez" diyordum, sonra düşündüm bu işin aynı zamanda ne kadar zor olduğunu. diyelim magazincisin bir sürü salak saçma tipi takip ediyorsun ne yapmış ne etmiş diye, neden takip ediyor, çünkü bunu merak edenlerimiz var, peki o merak ediyor mu, bence etmiyor, ekmek parası.. sonra savaş muhabiri var ki, hayretle bakıyorum kendilerine. öyle tehlikeli bölgelerde yine bizim gibi insanlara gerçekleri göstermek için uğraşıyorlar.. bir de gezi programları yapan muhabirler var, işte bunlar en çok kıskadıklarım, hatta programı yaparken adamların yüzü öyle bir gülüyorki " zevkten dört köşeyim abi, ohh yedim, içtim, geziyorum, eğleniyorum moruk!" der gibi, kıskanıyorum işte bunları çok..

az önce haberlerden duydum, sadece iç çamaşırlarıyla gelen müşterilere bedava ürün veren bir mağaza varmış. şimdi bu marketin ya da mağazanın her neyse işte sahibi nasıl bir insandır?

the oz ,kardeşine beşiktaş pazarından hediye almış. resmen özendim bugün. benim bir kardeşim olsaydı da, o da bana hediye alsaydı, ne güzel olurdu.. ve şu an kendisiyle yaptığım kim önce yazısını bitirecek yarışmasından dolayı yazımı burada kesiyorum. alın size blogger rekabeti..

14 Kasım 2009 Cumartesi

Kafe

Titredim. Soğuktan değil, korkudan değil.. belki heyecan, belki aşk, belki de nefret.. yedi yıl sonra beni ilk öptüğü bu kafede karşılaştık. Tesadüf müydü bu? Yüzü hiç değişmemiş, belki biraz daha solgun, saçları da uzamış.., Kalbimin hızlı çarpışı, kaslarımın kasılması ve engel olamadığım şu anlamsız şaşırma ifadem.. kendimi toparlayamıyordum, geçici bir felç gibi.. bana doğru yürümeye başladı, titrediğimi belli etmemeye çalışsam bile masada oturan insanlar, ben her an bayılacakmışım gibi hazırlamışlardı kendilerini, yüzlerdeki endişe benim umutsuz bir vaka olduğumu söylüyordu. Toparlanmalıydım, beni böyle görmemeliydi.. yaklaştıkça kasıldım. Daha çok yaklaşıyordu.. Sarıldı.. başım döndü, kaslarım rahatladı, kollarım belini sıkıca sardı, beynim buna emir vermese de o kollar sarıldı, dudaklarım, gözlerimden boşalan tuzlu suyu hissederken. Hıçkırmaya başladı. Bağıra bağıra, deli gibi ağlıyordu. Anlamsızca bir şeyler söylüyordu. Kafedeki bütün insanların bize bakışını hissediyordum, gözlerimiz kapalı hıçkırsak bile, orada, öylece. Saçlarımı okşuyor, bir yandan da kokluyordu. Yüzüme baktı. Hala anlamsızca konuşan dudaklarını, susturmak istercesine öptüm. Konuşmasını istemiyordum, anlatmasını istemiyordum hiçbir şeyi, merak, içimi deli gibi kemirse bile. O dudakları nasıl özlemişim. Vücudumdaki bütün ateş, bütün enerji dudaklarımdaydı, bir şeyleri kanıtlamak istercesine.. Birden beynim bu dudakları ayırdı, nefret kanıma tekrar girdi, çok çabuk dağılıyordu vücudumda. Az önce kendime çektiğim vücudunu aynı hızla ittim. Ne olduğunu anlayamadım, o da anlamadı. Gitmeliydim. Bana yaşattığı o korkunç anı, gözümde daha fazla canlanmadan.. daha da şiddetli ağlayarak, az önce girdiğim o kapıdan çıktım. İlk öpüştüğümüz ve son öpüştüğümüz kafenin kapısı.. yürüdüm, kalabalığı görmeden, insanlara çarpa çarpa, adımı bağıran sesi duymadan, sarhoş gibi, deli gibi, yürüdüm..


not: uydurdum.

7 Kasım 2009 Cumartesi

kadın aklı, erkek aklı vol.1

sinirli bir kadın neler yapar?

-ani hareketlerle etrafındakileri korkutur.
-yüksek sesle konuşur. yoo asla bağırmaz, yükses ses o.
-eşya kırabilir, elbise yırtabilir.
-ülkeyi terkedebilir. (bugün ben bunu gördüm)
-ağlayabilir.
-tırnaklarını yer.
-birilerine bütün gücüyle vurur, vurduğu el acımaya başlayınca bunu yapmaktan vaz geçer.
-affedici olamaz.
-yalnız kalmayı ister ama yalnız bıraktığınız an azarı yersiniz.
-tatlı yer. tuzlu yer, yer, yer, yer...........
-cinayet işleyebilir.
-laf koyar.
-başkalarıyla konuşur, kendini rahatlatmaya çalışır.
-tırnaklarının izini bırakır, narin ve pürüssüz tenlerde.
-elindekini fırlatır.
-kıskandırır.
-aldatabilir.

sinirli bir adam neler yapar?

-kavga eder.
-şiddete baş vurur.
-ağlar.
-sarhoş olur.
-bacaklarını titreterek olduğu yerde saatlerce oturur.
-kendisine zarar verir.
-terk eder, terk edilir.
-pişman olur.
-kendisiyle konuşlur.
-teselliyi başkasında arar. yoo aldatmak değil.. (!)

1 Kasım 2009 Pazar

pilotlu çorap




hafta sonumu, sakızlı kahve içerek, koltukların üzerinde tepinerek, gıdıklayarak, gıdıklanarak, çocuk gibi, geğirerek, kahkamızdan rahatsız olan komşuyla kavga ederek, yorularak, yağmurda ıslanarak, fotoğraf çekip, gazeteci taklidi yaparak ve barışa köprü olarak geçirdim. mutluyum. saz arkadaşlarıma teşekkür ediyorum..

odamdaki komidinin 3. çekmecesi benim çoraplarıma ait. çok çorabım var ve çoğunu giymiyorum. içlerinden delikli olanlarını ayırıp, çöp kutusuna tek yön bilet kesiyordum (şu an bu cümle için kasmış gibi gözüksem de, bunun bir önemi yok bence). şu an o çekmecede 8 çift çorabım var (kilotlu olanları hariç). o kadar çoraptan kalanlar bu kadar yani bütün çoraplarım neden delikti peki, buna mantık yürütmedim, uğraşmadım..

saçlarını hep boyamak isteyip, sonra bundan vazgeçmiş insanım. kestane ve kül rengi karışımı olan kıvırcık gibi dalgalı saçlarımı aynanın karşısında delice savurup "seni seviyorum" dedim, sonra güldüm..

ben 2. sınıftayken ilk ev hayvanlarım olan balıklarımı bir yaz tatilinde komşumuza emanet etmiştik. komşunun benden 4 yaş küçük bir oğlu vardı, yaramaz bir çocuktu, benden daha yaramazdı.. tatil dönüşünde balıklarım yoktu, çok ağlamıştım. peki neden ölmüştü bunlar?
bu çocuk annesinin balık temzilediğini görür ve "bende temizliycem" der. annesi izin vermez. bizimki, rahmetlilerin akvaryumuna gidip süzgeçle bunları tutar, meyve bıçağıyla karınlarını deşer, annesine pişirmesi için götürür, ve böylece benden önceki dayağını annesinden yer. şimdi düşünüyorum da, bu çocuk şimdi nerde, ne yapıyor? ey balıklarımın katili, seni affediyorum, içimden geldi.

şahin k'lı bir tartışma proğramı izliyorum, star tv ekranlarında..

birde bence şu dövme güzel:

27 Ekim 2009 Salı

kaçın!


kendimi unutulmuş hissediyorum.. filmlerde, şarkılarda olur ya, buruştulup atılan bir kağıt parçasıyım sanki.. (bu yazı belli ki depresif olacak, kaçın!) çevremde sevilen bir insanım ve seven de bir insanım, bunu şımarıklık olsun diye de yazmıyorum, aşktan korkuyorum ben, meselem bu. işte bu yüzden birilerinin kalbini kırdım, suçluluk duyuyorum. bana yapılanın aynısını başkalarına yaptım, bu yüzden.. şimdi anlıyorum bazı şeyleri, zorlamak olmaz. kalbini kırdıklarımı özlüyorum, acı çektirdiğim için özür dilemek isterdim, ama bunu duymak istemezler, bilmek isterler o ayrı.. inanın onlar hep mutlu olsun diye dilemişimdir içimden. (ankette de görüldüğü gibi en çok oy alan seçenek, turist: iyi kalpli) şimdi bu ilişkilerimin ardından zaman geçti ve unutulduğumu biliyorum, işte sorun burada ben buna üzülüyorum. yüzsüz bir insanım, allah belamı versin. resmen beni unutabilsinler, çok mutlu olsunlar diye dua ederken, unutulduğumu anladığım an triplere girdim. belki de unutmamışlardır ha, belki " hayatımdan bir turist geçti, ne güzeldi.." diyorlardır, umarım diyorlardır çünkü ben onlar için böyle düşünüyorum. yaşadığım hiç bir şey için pişman değilim (ilkokul öğretmenime"pavyondan mı geldin?" demiştim bunun için pişmanım tabii, 2 hafta evde [kodeste] kaldım.)

şimdi ne mi istiyorum? taptaze, yemyeşil, kıpkırmızı bir aşk ve bu sefer hiç yaşayamadığım ve yaşamaktan korktuğum her şeyi gözümü kırpmadan yapacağım.. bir kez daha çok sevmek istiyorum, gizli değil çok açık olsun, kıskanayım istiyorum. istiyorum oğlu istiyorum, aşkı özledim ben...

26 Ekim 2009 Pazartesi

erkek modası




şu sıralar ilgileniyorum bu konuyla, erkekler ne giymeli, bir turist gözüyle size anlatayım. hırkalar, atkılar ve garip ayakkabılar hep çekici gelmiştir bana. aksesuar çok önemli tabii. çanta, gözlük, saat derken tşört üstü gömlek, sempatikliği zirveye çıkartan unsurdur benim için. saçlar dağınık ve mümkünse jolesiz ise o erkek bakımsız değildir, doğaldır. bir de şu ray-ban damla gözlüğü bırakmalısınız, hayır o güzel bir gözlük fakat herkeste olan şeyler bazılarımızı sıkar. marjinallik değil de orijinallik diyelim hadi..

biz kızlar en az sizin kadar önem veriyoruz dış görünüme (en az diyorum, dikkat!) sen bi kotla bi tşörtle çıkarsan mahalleye tabiiki kimse bakmaz (bir kıvanç tatlıtuğ, jonny deep, brad pitt değilsen) , yani kimse bakmaz çok ağır belki tamam şöyle diyelim, senin baktığın kız bakmaz. biz kızı etkilemenin 1. yoludur görünüm. ayrıca neden yıllardır aynı tarzda dolaşasınız ki, sıkılmıyor musunuz? yenilik, alışması zor bir şey olsa da, harikadır. insanların size olan tepkileri değiştikçe, buna daha çok dikkat edersiniz. sözle olmasa bile o bakışlardan anlayacaksınız iltifatları, kendinize güveniniz gelecek...

ayrıca parfüm de çok önemli itiraf ediyorum. birkaç gün önce kaldırımda kalabalığı yararak yürürken, yanımdan öyle bir koku geçti ki hayatımda ilk defa geriye dönüp "bu kim ya?" diye arkama baktım. eğer çok yakışıklı ya da güzel giyimli biri olsaydı dikkatimi çekerdi ama adam beni resmen kokusuyla etkilemişti. (not: bu kokunun adını öğrendiğimde yazacağım buraya, çok işinize yarayabilir.)

kaşınızın ortasını da alın. iki kıl almayla kız olmazsınız. yüzünüz açık olsun, kirli sakalı abartmayalım, suratı çöplüğe çevirmeyelim. dişler, beyaz tonuna yakın olsun. (o biraz çapkın, biraz da sevimli gülüşte sanıyor musunuz ki dişinizin önemi yok. nah!) fırçala onları sabah akşam..

sonra beni ara, randavu vereyim.. belki bir akşam yemeği yeriz ha?

not: bayanlara böyle bir uyarı ya da öneri yapmaya gerek yok..
not2: bunları yapacağım diye her şeyin abartılısını tercih etmeyin baylar, maymun da olmayın, ahh biz kadınlar cidden zoruz..

25 Ekim 2009 Pazar

twitter gibi, değil gibi..

bir kadın istese, inanılmaz güzel olur, aklınız gider.

24 Ekim 2009 Cumartesi

vişne çürüğü


vişne çürüğü gibiyim, bedenimde ağrımayan yerim yok. hayatında hiç spor yapamış bir insanı bu kadar zorlarsanız olacağı budur.
çamaşır, bulaşık, temizlik beni bekliyor, bazen keşke bir ev arkadaşım olsaymış diyorum.. (sonra vazgeçiyorum)

şimdiden bu kas ağrılarım için bulacağınız çözümlerden ötürü sizlere teşekkür ediyorum..

22 Ekim 2009 Perşembe

laf salatası yaptım yer misiniz?


Hadise'nin olduğu reklamdan, sebebini anlayamadığım bir nedenden ötürü tiksiniyorum. şarkısının sözlerini anlayamamamla beraber melodisinin de kendi içindeki çift ses uyumsuzluğu rahatsız edici. ayrıca Hadise'yi güzel bulmuyorum (bok atmaca) ve reklamın sonundaki ağzını açıp göz kırpmasından sonra "Penti" çorabı giymeme kararı aldım. ( işte bir reklam anca böyle ters teper bebeğim )

Athena'yı severim ama sanıyorum bir duraksama dönemindeler, kendilerinden haber alamaz olduk. Bir zamanlar sürekli rüyalarıma girerdi Gökhan, kendi uydurduğum batıl inancıma göre onunla evleneceğime yorardım bu rüyaları höhehe
ne evliliği ya te allaam ne komik.

Kurban gelmiş geçmiş en iyi "türkçe rock" grubudur derdim hala da öyle diyorum. Mor ve çetesi de birinciliğe zorlamıyor değil.

Bugün kendime bir tşört alayım dedim bir sürü mağaza dolaştım, beğenmedim. çok zor beğeniyorum okuyorum, giyim benim için çok önemli bir şey. ha sorsanız “dolabındaki bunca giysiye rağmen giyecek bir şey bulamıyor musun yani?" diye, işte cevabı "evet" olanlardanım.


Edith Piaf şarkıları film müzikleri gibi bence. doğru bir zamanda doğru yerde geliyor hep kulağıma.


Çok sakız çiğneyen biri değilim aslında, ama saatlerdir sakız çiğniyorum bugün okurum, zorum nedir, inanın bilmiyorum. çenem malulen emekli oldu.

20 Ekim 2009 Salı

yazıya Bach!


Barok döneminin eserleri beni sıkıyor. Kuralcı oluşundan dolayı. Ben çaldığım ya da söylediğim eserde bağımsızlık isterim biraz. Ama yok ariantikler hep tek düze. Bach ve Haendel romantik dönemde yaşasaydı bence her şey çok farklı ve harika olurdu. Bach’ın modülasyon kullandığını ve armoniyi daha serbest bıraktığını düşünsenize biraz jazz akorları mesela, vuhuuv ne çılgın olurdu. Şimdi söylediklerimden bir şeyler anlayanlar elime mum diksin!

Bach, Beethoven, Mozart, Vivaldi, Chopin ve Rachmanninoff'tan iyi rock grubu olurmuş aslında..

bach (ritm gitar)
beethoven (bass)
mozart (klavye)
vivaldi (solo gitar)
rachmanninoff (davul)
chopin (vokal)

bu gruba isim bulun okurum!

itiraf ediyorum

itiraf ediyorum; bir çok film yıldızının ismini bilmem. şu şöyle bu böyle diye isimleri çatır çutur söyleyen arkadaşların yanında çok sohbet etmemeye özen gösteririm bu yüzden.

itiraf ediyorum; ben bir şey anlatırken, bana "mal bakış saldırısı" yapan insanlara önce kızarım (çünkü açık konuşan bir insanımdır) , sonra sempati duyarım doğal oldukları için..

itiraf ediyorum; 2. sınıfta çişimi ne kadar tutabiliyorum diye deney yapmıştım. bizim okuldan gelip evin merdivenlerini çıkana kadar dayandım sonra kilotlu çorabımdan süzdüm sıvıyı, iğrenç bir histi.

itiraf ediyorum; çocukken bir sürü erkekle öpüştüm, kızla da öpüştüm..

itiraf ediyorum; annemin en sevdiği çiçeğinin, kıskançlıktan (onu benden daha fazla sevdiğini düşünmüştüm çük beynimle o vakit) bütün yapraklarını delmiştim. işin en komik tarafı da annemin bunu bir tür hastalık sanmasıydı..

itiraf ediyorum; şirinleri izlemek için ödevimi yapmazdım.

itiraf ediyorum; ödevlerin kontrol edileceğini örenirsem, bir ders önceden yarım yamalak yapardım, öğretmen de hep "yarım artı" verirdi. nooldu o yarım artılar? hem yarım artı ne komik..

itiraf ediyorum; feysbukta bu bloğu okuyan 1 milyon kişi bulamam.

itiraf ediyorum; horozdan korkarım.

itiraf ediyorum; Kıvanç Tatlıtuğ'u Beyoğlu'nda gördüğümde aklım gitmişti.

itiraf ediyorum; tepeden çekilmiş fotoğrafım var.

itiraf ediyorum; beğendiğim bir tşörtü, kabinde denerken yanlışlıkla yırtmışlığım var, mağazayı koşarak terketmiştim.

itiraf ediyorum; ilk öpüşmem çok havalıydı. (anti klişe timimden bir posta dayak geliyooor..)

itiraf ediyorum; internet bizim eve ilk girdiğinde mynet'ten chat yapardım. bir gün adamın biri bana " am, sik, göt " yazınca çok korktum ve ağladım, salaktım..

itiraf ediyorum; adamın biri üstü açık arabasıyla bizim evin önünde durup bana hortum gibi bir şey salladığında onun ne olduğunu 2 yıl sonra anladım. (küçüktüm ama ya)

itiraf ediyorum; misafirlikte uyuya kalma numarası yapıp babama kendimi taşıttırırdım. böyle kollarının arasına alırdı beni, nasıl güzel bir şeydi o..

itiraf ediyorum; çayın yanında çekirdek çitleyerek porno izledim.

itiraf ediyorum; ütü masası en sevdiğim oyuncaktı.

itiraf ediyorum; uykum geldi. :)

18 Ekim 2009 Pazar

Düğün



düğün şarkılarını önemsiyorum. Yıllardır gittiğim (gitmek zorunda bırakıldığım) düğünlerin hemen hemen hepsinde Mariah Carey’nin “my all” adlı parçası, gelin ve damatın ilk dans parçası olarak ayarlanmıştır, yanlıştır efendim. İbo’nun “ bebeğim”i olsun Alişan’nın “seviyorum seni” si olsun, bunlardır bizim özümüz. Mariah Carey’le başlayıp halayla devam etmek daha sonrasında ise tekno parçalarla düğünü bir disko havasına bürmek ve gelinin o gelinlikle dansöz gibi dans etmesi... bunlar bir yana, düğünlere gitmek istemememin asıl sebebi “ kalk kız, sen de oyna.” cümlesi ve türevleridir. Öyle despot ve anti sosyal gözükmeyeyim diye oynarım birde ben. Ama işte hiç istemeden, bir gıdım zevk almadan ve seni zorla kaldıran kişinin suratına düğün pastasını yapıştırmak istercesine oynarım. Sırıtarak çok eğleniyormuş numarası yapmam ise tamamen oyunculuğumla alakalı zira insanları üzmek istemem. Dans etmeyi seviyorum, ama zorunda bırakılmaktan hoşlanmıyorum.

Bir de düğün sahibi vardır, hayır bunlar kesinlikle gelin ve damat değildir, ebeveynleridir, inanın bu insanlara çok acırım ben. Saatlerce ayakta dururlar, gelen misafirleri karşılarlar ki yaşlı bunlar romatizması, kas ağrısı, kemik erimesi eksik olmaz gariplerin, maddi anlamda çökmüş olan hayatlarına bir de düğünden sonra 2. Darbe gelir, her masaya eğilip sırıtmaktan hem bel fıtığı hem yüz felci geçirirler, yazık değil midir yahu. Gelin hanım da orada şımarsın, kabarık kıyafetinin içinde kalçayı sallasın ama kimse anlayamasın ve güzel dans ettiğini zannetmeye devam etsin, damat da kasım kasım kasılsın aklında milyon tane soruyla (örnek soru: evlendim mi şimdi la ben? Ya şimdi noolacak?) mutlu gözükmeye çalışarak..

ha şimdi diyeceksiniz ki: her düğün böyle mi kardeşim? ne fark eder ki.. sonuçta çiftimiz mutlu oluyorsa (ki öyle olsun) bana kahverengi katıyı yemek düşer.. çikolataaaaa

16 Ekim 2009 Cuma

yazacak çok şey var..

seviyorum hepinizi..
not: evet kafam iyi...

14 Ekim 2009 Çarşamba

hem saçma hem sapanım

bu bloğu "bugün ne yazmış acaba sevgili turistim, kurban olurum ben ona" diyerek okuyan arkadaşlarım, büyüklerim, küçüklerim, özellikle de Zeynep'ime çok büyük sevgilerimi ileterek başlıyorum yazıma.

hareket dersinden çıktığımda kaslarım bağırıyordu bugün ve şöyle bir karara vardım bunun sayesinde; eğer burs çıkarsa parayı spor salonuna vereceğim ve düzenli spora başlayacağım, yek yeaa yapar mıyım, gider dil kursuna yazılırım "bir dil, bir insan, iki dil, dedikodu" demişler ya da uydurdum.

ben çok sık hasta olan bir yapıya sahibim okurum, kışın grip, nezle gibi hastalıklardan kurtulamazdım, ne kadar vitamin alsam da.. elimde tuvalet kağıdıyla dolaşırdım (daha yumuşak, daha hesaplı) ama geçen sene bu dönemlerde eczaneye gittim ve "grip aşısı olmak istiyorum" dedim. isteğimi 17 lira karşılığında gerçekleştirdiler ve bütün kışı hiç hasta olmadan geçirdim, size de öneriyorum, aşınızı olun, sağlıklı yaşayın. ben de unutmayayım.

yoğun olduğum için görüşemediğim birkaç arkadaşımdan sizlerin huzurunda özür diliyorum.

blue's festivalleri gelsin turist gitsin izlesin hepsini.. eğer beni görürseniz "turiiiist" diye bağırmaktan çekinmeyin.

13 Ekim 2009 Salı

sıra numaran geldi mi bir bak "dindon"


bankada sıra beklemek, beklemek kelimesini en iyi anlatan şeydir bence. sıra numaranı alırsın, önünde kırk kişi vardır, oturursun kırmızı koltuklara, (ki rahat değildir çünkü rahat olsa insanlar beklerken uyur ve sıralarını kaçırır) beklersin, sıra sana gelmez, beklersin, önündeki kırk kişi elli kişiye çıkmış, dindon çalan sıra ilerleme şeysine bakarsın dakikalarca.. ve bir bakmışsın o dindon şeysinde senin numaran var, panik olursun sanki hemen gitmezsen sıran gidecek diye, yerini alırsın ve memur hanıma yapmak istediğin işlemi anlatırsın, o da " ama onu ben yapmıyorum, bunun için diğer bölümden sıra almanız gerekli" der ve kısa süreli bir beyin göçü yaşarsınız, yaylada serin serin esen rüzgara kaşı, yeşil yeşil otları yediğinizi hayal edersiniz. sıra verme makinesine bir kez daha gidip "aptallığıma doyma bebeğim " deyip bir sıra daha alırsınız. bu sefer koltuklar da dolmuştur. ayakta birkaç dakika daha kırmızı yanıp sönenen dindon aparatına gözümüz dalar. yanda sizden daha çok beklediğini düşündüğünüz teyze, size ondan sonra gelen herkesin işlerini halledip gittiğini anlatır, yarı dinlersiniz yarı gelen gideni kontrol edersiniz, niyeyse. teyze muhabbete devam etmek isterse kafayı çevirip ayıp olmasın diye daha dikkatli dinlersiniz, olmadı süper hikayeler uydurursunuz kendinizle ilgili (nasıl olsa bir daha görmeyeceğim, peh..) derkeen, sıra ilerleme aparatı "dindon" diyerek sizi bir kez daha sevindirir, hatta yanıp sönen numara sizinkiyse "olley" diye koca bir çığlık atılır. bankadaki herkes kim bu deli diye bakarken sen işlemlerini halledersin, bankadan çıkıp gidersin..

bugün de bunu yaşadım, yarını merakla bekliyorum.


sen şimdi niye bu kadar küçük bir yazıyı okumaya çalışıyorsun bak gözün bozulacak hehehe.. (eğlendim)

11 Ekim 2009 Pazar

Araba diyorum!



Aybüke ve arabası benim için çok özeldir. ne zaman bu arabaya binsem şöförüm Aybüke açar müziği (radyoda ne varsa artık) ve coşarız. ama öyle normal bir çoşma değil bu yoo.. diyelim frekansımız bir tekno parçaya takıldı, kollar havaya kalkar kafa ve eller aynı doğrultuda aşağı yukarı iner, sıkıldık mı o zaman değişir radyomuz ve fantazi müziğin babası gelir kulaklarımıza, ikimiz de emrah oluruz, içimizde yaşarız (hatta Aybüke'nin arabayı sürüş tarzı değişir), bu da mı kesmedi hemen tuşa bir kez daha basılır ve ilahiler, arabanın içinde adeta zikir çekeriz, kendimizden geçeriz, sonra zevkten dört köşe nurilere koşarken yanlışlıkla değiştirdiğimiz radyo kanalında rap parçalar çalmaya başlar ve arabayı, bir ileri bir geri dur kalklarla ritmimize uydururuz hatta bunu boğaz köprüsünden geçerken yapmayı çok severiz, değiştiririz bir kez daha kanalı rock mı çıktı, saçlar asi bir şekilde sallanır parçalara avazımız çıktığı kadar eşlik edilir ve sonrasında özümüze dönmek isteriz ve radyoyu kapatıp cd'mizi açarız ki; blue's, jazz, opera, latin.. (bu bölümde hiçbir şey yapmadan öylece sakince dururuz) Aybüke benim hayatımda gördüğüm en iyi kadın şöfördür. sanırım bana araba kullanmayı öğretmesini isteyeceğim ondan.

not: bir kadın araba kullanırken bir adamdan daha fazla küfür eder!

9 Ekim 2009 Cuma

gülen suratlı yazı



Verdi dinleyip temizlik yapıyordum bir odası, bir salonu ve bir de küçük banyosu olan evimde. kısa sürdü temizliğim, çünkü sular kesikti. süpürdüm etrafı ama bulaşıkları yıkayamadım, duş alamadım, yerleri silemedim. bu sebeple bir Cecilia Bartoli cd'si takıp hayatıma kaldığım yerden devam ettim. biraz yağlanmış saçlarımı toplamak istedim, aynanın karşısına geçtim ama herzamanki gibi saçlarımla değil yüzümle ilgilendim, yok kaşım mı çıkmış, sivilce mi var işte bunlar gündemimi kısa süreli değiştirebilen konular. saçlarım hmm.. hiç boyatmadım ben, boyatmak istedim ama vazgeçtim ya da vazgeçirdiler. boyatırsam çünkü dikkat çeken bir renk olurdu saçım, sonra kendimle dalga geçerdim..

mandalina mevsimin en güzel meyvesidir benim için. kokusu, tadı, soyması bile hoşuma gidiyor böyle tırnaklarımın arasına girse de kabuk parçaları, sarı sarı.. ama eğer en sevdiğim meyve sıralaması yaparsak mandalina üçüncüdür. birincilik teli her zaman çileğindir, ikincilik karpuzun..

şimdi bütün okurlarım için piyanoda "the cure - love song (cover)" çalacağım, ama ne yazık ki duyamayacaksınız.. olsun ben çalıyorum yine de sizin için bilin bunu :)
not: bu yazıyı okuduysan bugün, üç vakte kadar güzel bir haber alacaksın.

8 Ekim 2009 Perşembe

sözlüğe mektup

dün sözlük yüzünden aklım gitti okurum sebebi aşşağıda onlara yazığım mektupta açık ve net bunun için şöyle bir bakın;


sevgili sözlükçü;
bugün sözlüğe girdiğimde her zamanki gibi kontrol merkezine tıkladım, peki ne için, çaylak onay sıram ilerlemiş mi bakalım diye, ama ne göreyim de boğazımda yeni yapmış olduğum un helvasının parçası kalsın, şu;
daha dün 6817'li bir sıradayken bugün aniden önüme 40000 kişi geçmiş. bakın sevgili sözlük büyüklerim, ben sözlüğe bir sabırtaşı olarak girdim, en az 1 yıl bekledim zaten, sonra çaylak yapıldım tıpış tıpış cezamı çekiyorum tamam. ama aniden 40000 kişinin arkasında buldum kendimi, sanıyorum bu bir hata ve eğer düzeltilmezse ben "sabırtaşı fosili" olarak ünvan kazanacağım. lütfen bana bu konuda bir açıklama yapın ve eğer bir hata varsa düzeltin, herkes hakkı olan sıradan devam etsin. ayrıca yazmış olduğum 10 entryi de kontrol ettim evet, hiç biri silinmemiş yani okunmamış, herhangi birini silseydiniz anlardım ki beğenilmemiş bu yüzden çaylak yapılmışım, ama yok, hepsi yerinde duruyor, yani bunu düşünecek kadar zeki bir insan olduğumu da kanıtlamak istedim.

devamı da var da önemsiz.. (yazar iken çaylak olmak, sonra önüne 40000 kişinin geçtiğini sanmak, acıklı bir hikaye..)


itiraf ediyorum, mektubumda içten davranmadım, çünkü ettiğim küfürler ebediyen pişmanlık duymamı sağlayabilirdi. neyse öğrendim ki sözlük tadilattaymış, yapılan yanlış da düzelirmiş, telaşa gerek yokmuş, ne demek yok la hayvan ömrümden ömür gitti!

neyse az önce the oz'la yaptığım bir sohbette "lezbiyen" yerine "kezbiyan" dedim. sonra da durumu düzeltmek için tanım yaptım; " kezbiyan: kezban ve lezbiyen kişiliklerini aynı anda bünyesinde bulunduran dişi. " baktım kendime ve anıra anıra güldüm saat gece oniki suları.. deliriyorum!

7 Ekim 2009 Çarşamba

benimle evlenir misin?



evlilik teklifleri günümüzde çeşitli teknolojik yöntemlerle ve ilginçliklerle yapılıyor artık. mumlu, şarapların ve şehvetin olduğu masalardaki evlilik teklifleri eskidi . kadınlarımız nerde orijinallik var onu tercih ediyor. hatta o kadar şaşırıyorlar ki yanlışlıkla "evet" bile diyebiliyorlar. işte buna "romantizm" değil, "kandırmaca" denir okurum. sen git helikopterden atla, kızın aklı gitsin ölecen diye, sonra lönk diye aç paraşütü, benimle evlen yaz paraşüte bir de, hatunumuz "evet" der haliyle, fikir güzel, aklı başından gitti zaten komple boşalttın. bir de otur konuş bakalım, "yahu biz sevgiliyiz şimdi evlenelim bence yaş aldı başını gidiyo çocuk yapmak lazım" de bak bakalım aynı kişi suratına sümsüğü yapıştırmıyor mu. yani teklif önemli arkadaşım, eğer evlenmeyi kafaya koyduysan, öyle anneyi babayı koluna takıp görücüye gitmeyeceksin, adam gibi fikir bulacaksın, uygulayacaksın, aklını alacaksın, yoksa kariyer düşkünü hatunlarımız kabul eder mi sanıyorsun, etmez, cık vallaha etmez.

bir de sevgili hemcinslerim nedir bu yüzük düşkünlüğünüz. bir tek taş, pırlanta takınca etli parmağınıza, hayatınız boyunca mutlu mu olacaksınız, aslında olabilir yahu... diyelim nişanı attın yüzüğü verme geri, sat, al sana nakit, piiii istediğin gibi harca. ya valla aslında böyle gelir elde edilebilir, 2 ayda bir nişanlansak, hmm bir yüzük bir de söz için takarlar ettimi iki...... (derin düşünceler)

5 Ekim 2009 Pazartesi

regl oldum ilanı vol.2

biraz melankoli oluyor ben romantik komedi izlerken. film bitiyor, ben ağlamaya başlıyorum, mayak mıyım peki?
-belki..

regl olmak üzereyim ve bu dönem kendisini suratımdaki sivilcelerle belli ediyor, her şeye sinirlenmelerimle, aşırı duygusallığımla.. bu dönemlerimde bazen çekilmez bir kız oluyorum, mızmız, ukala, memnuniyetsiz, asık suratlı, ( böyle kızlardan nefret ederim ben )
anlamıyorum ki yumurtamın düşmesi, kanamamın olması neden benim psikolojimi etkiliyor, ne hakkı var buna şimdi..

bir kaç gündür blog yazmıyorum, sizi sıkmamak için çünkü, yazsam çok melankolik olacak, üzgün olacak, siz de sıkılacaksınız, sonunu bile okumayacaksınız..

meraklı bir insanım ama bazı şeyleri merak etmek istemiyorum, bunun için tutuyorum kendimi, ne zaman kimsenin görmediği kanatlarım ve bedenim olacak o zaman merak ettiğim her şeyin cevabını öğreneceğim. yoo hayır, öldüğüm zaman değil bu. ölen insan kanadı nerden buluyo hem, te allam. teknoloji o kadar ilerleyecek ki göreceksiniz bak, turist dediydi dersiniz. (bak, buraya yazdım!)

çok şey öğrenmek istiyorum ben ama çok eğlenmek de istiyorum, ikisi aynı anda yürür mü dersiniz?

bana bir gün birisi fotoğraf makinesi (nikon, olmadı canon slr) hediye ederse ben o gün onun istediği her şeyi yaparmışım gibi hissediyorum, bu kadar da ucuz bir insanım yani. pisliğin tekiyim aslında bakma sen.
not: fotoğraf makinesi konusundan ayrıca bahsedeceğim, sen bu kadar isterken zengin çoluk çocuğun elinde görmek ne demek iyi bilirim, boğazın düğümlenir, küfretmek istersin, fakirmiş gibi hissedersin, dövmek ist....

yukarıdaki fotoğraf da mavi'nin "burası istanbul" adlı reklam filminin sıradaki çekimlerinden bir görüntüdür. götümden uydurdum aslında bu benim fikrimdi.

çok iğrenç bir espri yapsanız şu an, gülerim.

1 Ekim 2009 Perşembe

sevmek suç mu uleynn?


sevdiğim insanlara sevgimi belli ederim, öyle kapalı kutulardan değilim, böyle yanaklarını sıkarım, öperim, sarılırım, hatta yanak sıkma olayını gerçekleştirken kendimden geçerim, hah birde kedileri böyle sıkıştırarak seviyorum. neyse bugün Naz'la bir kafede otururken ( kafe değil cafe o bi keree) dayanamayıp yanaklarını sıkma pozisyonu aldım, o kırmızı yanakları öpecektim, Naz'ı kendime doğru çekerkeeen adamın biriyle göz göze geldik (dudaklarım öpmek için ayarlanmış) ,merdivenlerden inecekti güya, bakakaldı bize hayır ne var yani hiç mi öpen kız görmedin adamım. ama o kadar komikti ki ifadesi kim bilir kafasından neler geçti, dönüp dönüp baktı bir de..

kedi demişken ben geçen gün sevgilisine yaranmak için kedi seviyormuş numarası yapan kız gördüm. oğlumuz aldı kediyi kucağına kız da "ayyy çok şiiriiin yhaaa,, bayılırım ben bunlaraa" diyip tiksinen bir suratla kediye baktı önce, sonra iğrenç renkteki ojeli tırnağının ucuyla kediyi okşuyormuş numarası yaptı, işte o an tiksindim o kızdan, hatta ayrılsın o çocuk ondan, kızın suratına sümsüğü yapıştırasım geldi.

ey bossa nerdesin.. bir aşk-ı memnu kritiği yapmadan geçmiyor perşembe günleri..

reklam

"calgon" reklamlarından bıktım artık! senaryo hep mi aynı olur yahu sanki oyuncu değiştirerek farklı bir reklam mı yapmış oldunuz yani siz. bıktırdınız ya öff valla sinirlendim. "makineniz kireçlenmiş, calgon kullansaydınız böyle olmazdı" hay ben senin..!

hah bir de "cif" reklamları da genelde aynı 'değişen oyuncumuz, değişmeyen deneyini yapar, ilk başta dandik marka kullanır bi boka yaramaz, sona "cif" kullanır aman allahım o da ne bir damlasıyla bütün ocak hastahane hijyeniyle parıl parıl parlıyor maaşallah'..

asıl beni kendimden geçiren "kosla"dır.. azalarak bitsin bu reklam, lütfen, pembeden nefret ettim sizin yüzünüzden be..

mavi'nin "burası istanbul" reklam serisi de dalga geçilmek için yaratılmıştır. üniversiteli içi kıpır kıpır heyecan dolu,"abi bu reklamla süper dalga geçeriz bak aklımda bir senaryo geldi şimdi kara çarşaflı bi kadı...." bu şekildeki ilginç sandığı aslında herkesin düşünebileceği tarzdan fikirlerini beyaan eder, fikir beğenilirse kamera bulunur bi yerden, amatör çekim yapılır yutupa, feysbuka konulur, eğlenilir.. evet bu fikir benimdi ben de o gencim..

peki turist hangi reklamı beğenmiştir? cevabım "ege bal" okurum. bu markanın reklamları beni anıra anıra gülmeye teşfik etmiştir. örn;
ege bal


bu sabah da kahvaltı olarak salata yaptım kendime, neden? çünkü ekmek almaya üşendim kahvaltıyı da ekmeksiz yapamam, diğer öğünlerde ekmek olmasa da olur ama kahvaltı başka.. ben de zeytin, peynir ve nutella'ya "ekmek yoksa siz de yoksunuz" bakışı atarak salatamı yedim.

mucuruyorum..

30 Eylül 2009 Çarşamba

film gibi olsun..



film gibi olsun.. kar yağsın, ben siyah elbisemle bekleyeyim bir bankın yanında. soğuk, ellerime dokunmak istese de ben saklayayım onları sana. aniden gözlerimi kapat, senin olduğunu bildiğim halde sor o soruyu.. sonra önümde fötr şapkanı çıkarıp selam ver, elimi öp.. koluna gireyim yürüyelim bir süre sonra elimi tut.. soğuktan değil heyecandan titreyeyim.. aniden duralım. rüzgar atkımı uçuruyor, saçlarım dağılıyor.. o gün hiç olmadığım kadar güzelim, o gün her zamanki gibi çekicisin.. gözlerimiz kesişiyor ve nefesini hissediyorum. kesik kesik geliyor, yutkunuyorsun. önce ben hamle yapıyorum dayanamayıp. kalbim fırlayacak gibi, ilk konserimde bile bu kadar heyecanlanmamıştım ben. dudaklarını kendime çekiyorum, senin gözlerin kapalı ama benimki açık, keyfini seyretmek istiyorum.. ama öyle sarhoş oldum ki benimkiler de kapanıyor. soğuk, kıskanıyor bizi, ateşimiz yükseliyor, terliyoruz. elimi kalbine götürüyorum, benimki kadar hızlı bir kalp, sevinç kaplıyor içimi.. duruyoruz, gülümsüyoruz, ve aynı anda iki dudaktan aynı cümle çıkıyor; seni seviyorum..

hayal ürünüdür, gerçek olsa ne vardır sanki..
bir de ben bu "deviantart" ı çok seviyorum..

ajan mısın okurum?



bloğumda ismimi ve soyismimi vermemeye dikkat ederken ben "the oz" (emre oğuz baycın/21/istanbul üniversitesi, hititoloji) bloğunda ikisini de yazıp bir de link vermiş bebeğim, kendilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum (kaç dostum!) amaan kimden çekineceğim sanki sizden mi okurum.. sizden niye çekineyim ha benim lahana dolmalarım.. zaten o "takip et" butonuna tıklayan parmaklardaki tırnaklara bedeva manikür yapacağım ben..

bu kayda verilen etiketler: saçmalayaz, ajan okur, balım okur, lahana dolması, takip et canımı ye, yorum turist'in ekmeğidir, the oz yeni hırka alacak, gugıla "ajan" yazıp görsellerde aratmak..

29 Eylül 2009 Salı

Turist'ten notlar..

nil karaibrahimgil ilk olarak hazır kart reklamında dikkatimizi çekmişti, ben o reklama da, nil'e de, reklam müziğine de hasta olmuştum.. sonra gerisi geldi, nil albüm yaptı ve "xl" dedi.. klibi de sevmiştim ve artık nil'in kalbimdeki yeri ayrıydı. kendine ait sevimli tarzıyla dikkatleri çekmişti, ve hala aynı tarzını korumakta.

not 1: sesin güzel değil, şarkıların da aslında çok komik fakat bunların hiç biri göze batmıyor, çok sevimlisin, severek dinliyorum..

müzikle profosyonel olarak uğraşmasaydım ne yapardım?
annemin sandığı gibi doktor, mühendis, avukat yine olmazdım. yapamazdım ki başaramazdım, başarsam diyelim hiç zevk almazdım.. uğraştığım şey yine sanat olacaktı; resim, fotoğraf, sinema, heykel, tiyatro..

not 2: hayatımda müzik olmasaydı, eksik olurdum..

cem adrian'a neden ilgi duymuyorum ve neden bana hala itici geliyor anlayabilmiş değilim.. beni birşeyleri rahatsız ediyor işte..

not 3: romantik olmaya çalışıyormuş da aslında değilmiş gibi..

romantizm demişken; bence bir erkeğin bir dişiye çiçek vermesi romantik değil, ama çok güzel bir şey, çok sempatik.. peki romantizm ne?

not 4: romantizm ne demek cevap verilemedi, mal mal ekrana bakıldı..

çamaşır astığımda farkettim, yumuşatıcı çok güzel bir şey..

not 5: yumoş'un mavi renkli olanının parfümü yapılsa alınır..

şimdi duş alıp, süslenip, beyoğlu sokaklarında gezesim var. gittim..

28 Eylül 2009 Pazartesi

"öğrenciyim ben" yazısı

öğrencinin haklarını savunması, niçin bu kadar göze batıyor ki acaba, yoksa ergenekon, kürt açılımı gibi artık klişeleşen gündemleri değiştirebileceğimizi sandığınız için mi, aloo biz de varız sevgili ülkem, her ne kadar sen bugünkü gibi istanbul üniversitesinde sesimizi duyurmaya çalışan 32 arkadaşımızı cezalandırsan da.. (yanlış zamanda yanlış yerde olmuşsunuz ama siz de arkadaşlarım "ab.gül" amcamızın üni.den çıkış anında kapıda olmak nedir? demek ister miyim? isterim ama demem çünkü bu cümlede bir klişe var bakalım bulabilecek misiniz..)


lisede bir servis şöförümüz vardı. mahmut abi. ne adamdı yahu, beni severdi, biliyorum çünkü verdiğim kasedi geri çevirmezdi; örnek kaset: radiohead. tabii serviste daha benim kasetlerime sıra gelemeden bangır bangır şebnem ferah çalardı.. sanıyorum şebnem ferah'ın bütün albümlerini ve bütün parçalarını biliyorum, işte servis kültürü deniyor buna. mahmut abi de ben yeni bir kaset getirince sevinirdi garibim, parçaları söylemeye çalışırdı falan..

tamam servisin hanım ağasıydım itiraf ediyorum. bazukalardan, tuvallerden, enstrümanlardan oturacak yer zor bulunurdu ama arka en soldaki köşe benimdi, benim sözüm dinlenirdi genelde, ben geldiğimde yerimde oturan kişi kalkardı, o zamanlar bundan müthiş keyif aldığımı itiraf etmeliyim tabii. ama bizim servis çok eğlenceliydi be. herşeye gülerdik, yanaklarım ağrıya ağrıya eve gelirdim.. çok anım var serviste. bi kere servis düzergahında başka okulun servisini bekleyen havuç bir çocuk vardı, her gün ona düzenli olarak laf atılırdı, sonra bi gün ben tam servise binerken bana araba çarpmıştı ve tabiiki huzurlarınızdaki mal turist dizlerindeki o yaralarla inatla servise bindi, ulan okula gitmeyiver demi? zaten anıra anıra gülen servis ahalisine rezil olmuşun o kazayla,piiii.. ( kazayı anlatmıyorum ki gülmekten altınıza sıçmayın diye..)

hah bir de bizim evin altındaki cd'ci vardı. şimdi bu hırbo bana aşık olduğunu sanıyor ve her servisten indiğimde dükkanından bangır bangır fantazi türk müziği eserleri duyuluyordu. bu kapıda kollarını kavuşturmuş benim merdivenden çıkışımı izlerdi te allaam fonda "senden çocuğum olsun istiyoruuuğğm, gözleri senin gibi baaaksııııın.."

sanki bu yazı yarım kalmış gibi oldu ama aslında bitti.

27 Eylül 2009 Pazar

Kukla


kendime bir kukla hediye edeceğim.. bazen insanlar söylediklerime alınıyor, bazen sinir oluyor ve bazen nefret ediyorlar. ama ben susarsam fikrimi nasıl öğrenebilirsiniz ki? bu yüzden kukla alıyorum, duymak istemediklerinizi kuklam söyleyecek ve böylece bana değil ona kızacaksınız.

bugün çok Bülent Ortaçgil'im..

starbucks'tan girip kalbinizden çıkarım



tanıdığım bir çok insan emperyalizm karşıtı düşüncelere sahip, bu sebeple starbucks, mc donald's gibi kuruluşları tercih etmiyor (düşünce yapısı bu, fakat adamlar güzel yapıyor işte, kaliteli yapıyor, lezzetli yapıyor be. eminim hepsi starbucks kahvesi içmiş ve hayran kalmıştır.) ben kendi adıma itiraf ediyorum bunu şu an. seviyorum, içiyorum, mutlu oluyorum, onlar daha kaliteli yapıyorsa bizim suçumuz ne? ayrıca yıllardır converse giyerim.

kurallardan, zorunluluktan ve sorumluluktan hoşlanmayan bir insan olmama rağmen çok düzenli bir yaşantım olduğunu farkettim, bu durumu beğenmiyor değilim ama istediğim bu değil. mecburiyetten böyle yaşıyorum evet, okul, ev.. bu yüzden gün içinde değişen planlar beni heyecanlandırıyor, deşifreyi her zaman sevmişimdir. her insan gibi para problem olmasın istediğim gibi ordan oraya gezeyim.. canımın istediği her şeyi yapabileyim, işte bu yüzden evlenmek istemiyorum. bağımlılık bana göre değil. bu yüzden kaçıyorum aşktan. çünkü fikirlerimi değiştirebiliyor duygular, hayallerimi ezebiliyor. acaba hangisi doğru? amaan bana ne doğrudan sanki..

feysbuktaki açılan gruplar saçmalama boyutunun bir level üstüne geçmiş durumda artık, ekrana bakıp tepki veremiyorum, tepki öldüren cinsten çünkü. en son şöyle bir grup gördüm;

"sıçmak için kıçını kullananlar!"

arkadaşım sen bu grubu kurarken ne düşündün acaba? hayır konuşurken saçmalayanlara mı bir taş bu yani ya da feysbukla dalga geçen bir insansın da bir istatistik peşindesin, bu mu yoksa? sen bu kadar zeki misin şimdi? sana "mavi sakal" adlı grup söylemek istediklerimi bir şarkıda birleştirmiş bebeğim; "çektir git!"

bugün dünya kalp günüymüş okurum. eğer siz bir başkasının kalbini daha taşıyorsanız içinizde ona lütfen çok dikkat edin, size o kadar güveniyor ki hiç düşünmeden vermiş onu. şimdi onu arayın ve kalbine çok iyi baktığınızı söyleyin emin olun ki o da sizinkine çok iyi bakıyordur.

bu yazıyı da burada bitirip, kaş alma faslına geçiyorum, mucurdum..

26 Eylül 2009 Cumartesi

sözlük dedikodusu vol.1

kendi reklamını yapan yazarlarımız, ilginç konularla dikkatleri çekiyor.. konuyu tam olarak anlayamadım ama zaten dedikodu da budur değil mi (bilip-bilmeden konuşmak). ""sevişmek çok güzel bir duygudur" dediği için peşine takılan bir erkek yazar tarafından taciz edildiğini iddia eden kadın yazarın dramı (bu cümle de sözlükten alıntıdır)" konumuz. ulan size ne be! bana ne? ona ne? ne? herkesin bir yorumu var bu duruma, niye var? anlamıyorum ki ben. hayır hanım kızım ya da ablam ya da teyzem sen niye bu derdini paylaşırsın sözlükte, bak perişan olan sen oldun bacım. ha her bi boku çok bilen "sikiş sokuş yazarlarımız" var bi de, hangi konuya el atsa adamlar sözlüğün gündemini değiştiriyorlar, sadece tebrik ediyorum, hayranlarına saygılarımı sunuyorum. okuyor muyum? okuyorum ulan..



bugün benim gündemim ise çok farklıydı; çekmeyen anten. günlerdir tv izleyemiyorum bunun yüzünden. bir oraya bir buraya koyuyorum, okşuyorum, konuşuyorum, derdi nedir anlayamıyorum ama. sonunda sevecen yapımı bir kenara koyup şiddete baş vurdum, kırıldı, çok kırıldı.. şimdi hiç izleyemiyorum.

patlıcan yemeği, pilav, tavuk prizola, patates salatası, turşu, yoğurt idi menüm. bir insan sadece kendine bu kadar yemek yapar da yer mi, verdiğim kiloları geri mi alacağım ben =/

24 Eylül 2009 Perşembe

palet eğitimi

babamın yıllar önce bana aldığı paletler geldi aklıma, suya paletlerle giriyordum ama sudan paletsiz çıkıyordum evet. tabiiki onu da "seneye de giyer" mantığı ile bir numara büyük almıştı babam. o paletler şimdi nerde baba ha? arkadaşlarımdan biri de ayağındaki paleti çaldırmış, o başka bir alem zaten..

"mahalle oyunları oynardık çocukken ne güzeldi lan" diyen arkadaşlarımı kıskanıyorum çünkü biz ana caddede oturuyorduk.. ama tenefüs aralarında atlanan ipin, seksekin, kalbimdeki yeri ayrı.. derslere mosmor girdiğimizi hatılıyorum, öğretmenin derse biraz geç girme süresini de hesaplardık son dakika sınıfa koşardık. ve beden eğitimi dersi iyi ki vardın..

umut sarıkaya tipi mutsuzluk tanımlarına bir yenisini daha ekliyorum şu an; çamaşır makinasa üç çift çorabın teklerini atmadığını farketmek, allahım sana geliyorum!

önce şu çamaşırları asıyım da..

bence turist;



bloğuma yeni koymuş olduğum çoktan seçmeli anketimize katılmanızı öneririm..

not: greenpeace, tema gibi vakıf anketi değildir, zorlama yoktur, sevgiler..

not 2: bu notu sildim.

not 3: manyadım!

22 Eylül 2009 Salı

Dış görünüm


"kısa saçlı kızlar kendine çok güvenseler de uzun saçlı kızlar istediğini daha çabuk elde eder.
kısa saçlı erkekler oldukları gibi gözükürler, uzun saçlılar ise olmadıkları gibi."

yukarıdaki yaptığım tespitler saçma olabilir çünkü götümden uydurdum. evet uydurdum ki şu konudan bahsetmek istiyorum "dış görünüm".

"ilk görüşte aşk" nedir?
kendimce açıklayayım; fiziksel özelliklere (kaşa, göze, göte, memeye, saça, ele vb.) hasta olmaktır.

peki "aşk" nedir?
vikipedi açıklamış; bir şeye tutku ile bağlanmak. (bağımlılık)

sonuç olarak; ilk görüşte aşkın, aşk olmadığı kanısındayım. beğenmek ya da fazla beğenmek olabilir bu. işte burada olay dış görünüme bağlanıyor. güzel giyinin kardeşim, özgün olun, kendinize yakışanı giyin yeter ki illa modaya uyacağım demeyin, zorla tayt giymeyin yahu giymeyin öfff giyme teyze.. güzel olanı beğeniyoruz madem kurala uy, bakımlı ol.

ayrıca çok dar giyinen erkeklerin içinde "gizli gay" lik olduğunu biliyor muydunuz?
bilemezsiniz tabii bunu da götümden uydurdum.

-_-

19 Eylül 2009 Cumartesi

Cenin duygular



Babamdan anneme doğru geldiğim yolculukta, milyonlarca kardeşimle yarışmak zorundaydım. Annem yalnızca bir tane canlı alıyordu bünyesine, işte bu ilk “bencillik” tecrübemdi. Ayaklarım yoktu, kuyruğumla çırpındıkça çırpınıyor herkesin önüne geçiyordum, yolda teker teker kardeşlerimin mücadelesini ve yoruluşlarını izliyordum, ben de çok yorulmuştum ama çok istiyordum annemde olmayı, neden bu kadar çok istiyordum ki?

sonunda başardım, kafamı bir boşluktan içeriye doğru bütün gücümle ittim, içerideydim artık. Kardeşlerim yoktu, mücadele arkadaşlarım.. sadece kendimi düşünmüştüm ve kazanmanın gururunu yaşıyordum işte bu ilk sevincimdi..

sonra zaman geçmek bilmedi, boşluktaydım, kocaman bir boşluk, göbeğimde bir hortum ve sadece ben.. çok zordu ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, anlayamıyordum, bu da ilk yalnızlığımdı.

sığmıyordum kabıma artık, çok bunalmıştım, gitgide büyüyordum ve dışarıdan gelen sesleri merak ediyordum, sonunda patladım, ilk isyanım..

artık bambaşka bir yerdeydim, şaşkındım, ışık gözlerimi alıyordu ve sonra onu gördüm, annemi.. solgun yüzü endişeyle dolmuştu, ağlamıyordum, çünkü onu gördüğüm için sevinmiştim, bu da ilk mutluluğumdu ama çok kısa sürdü.. annem, ağlamadığımı görünce öldüğümü sanmış, hemşire de “ağlamasını mı istiyorsun” demiş ve popoma bir cimcik atmış, bu da ilk acımdı..

doktorlar gidip geliyor beni rahat bırakmıyorlardı, kollarımda vücudumda bana ait olmayan kablolar rahatsızlık veriyordu. Erken doğmuşum, sabırsızım gerçekten..

bir adam izliyordu beni sürekli, onu hemen tanımıştım aslında, nasıl tanımazdım.. sekiz ay boyunca sürekli aklıma geliyordu, özlüyordum onu, kardeşlerimi de özlüyordum.. göz göze geldik, bana öyle bir gülümsedi ki..

o günden sonra bu iki insanın parçası olarak yanlarında yaşadım, beni karşılıksız seviyorlardı, ben de onları karşılıksız seviyordum, onlar da birbirlerini karşılıksız seviyorlardı..

büyüdüm.. ve aşık oldum, zevk aldığım, hayran olduğum, ve ailem kadar çok sevdiğim şeye, müziğe..ilk aşkım oldu. bir süre sadece hobimdi müzik, flörttü.. ama sonra hayatımı onunla sürdürmeye karar verdim ve şu an okuduğum okulu kazanarak onunla evlendim.. karşılıksız sevdiğim bir şey daha vardı böylece..

karşılıksız sevgim hep devam etti bazı şeylere, sonra beni üzenlere karşı bu sevgi kendiliğinden buharlaştı..

karşılıklı sevgi vardı artık, ailemin sevgisinden çok farklıydı, iki rengi vardı; yeşil, kırmızı..
benim en sevdiğim iki renkti. Arkadaşlarım, dostlarım yeşildi.. kırmızı ise çok farklıydı, çok güzeldi..

şimdi geziyorum, ama istediğim gibi değil henüz, hayal ettiğim gibi değil.. müziğimle gezeceğim, alkışlarla..

Turist

not: yukarıdaki çizim Da Vinci’nin “anne karnında embriyo” eskizidir.

başlık sizsiniz..

bloğuma girerim, bir de ne göreyim, yeni okurum var, sevinirim içten içe ve hemen araştırırım, tanıdık biri mi, değil mi, nasıl yazıyor, niye okuyor.. eğer tanıdık değilse daha da çok seviniyorum evet. her okurumun kalbimdeki yeri ayrı inanın, iyi ki varsınız bir de ben bugün neden duygusalım böyle?

"çok pahalı bir şehirde yaşıyoruz" dememek için yeni bir cümle daha kuruyorum (zira anti klişe timimi çok üzdüm bu aralar, bana gelen tekmeleri titriyordu, kıyamıyorlardı biliyorum) ; Türkiye'nin en büyük şehrindeki maddi durum vahim, herkes herşeyi alamasın diye herhalde.

gecenin bir vakti gelen çöp kamyonun sesi.. kelimelerin kifayetsiz kalması..

şu aralar ota boka zırlayan çocuklardan tek farkım fiziksel özelliklerim olabilir, hiç sevmem böyle çocukları ama anlamak lazım tabii.

"buz devri-3" animasyonunu, taksimdeki 5 liralık sinemalardan birinde izledim.
Sid'in yavrularına süt alabilmek için bir hayvanın yanlışlıkla çükünden tutması (evet itiraf ediyorum o hayvanın ismini bulamadım) ve sonrasında kaçarak "aaaaaa ben seni dişi sanmıştıııım" demesi.. filmin sonuna kadar buna güldüm..

beynimi dış etkenlere karşı koruyan kırmızı kasklı fotoğrafımı çeken kimdi? murat? oz? neyse ikinize de teşekkür edip orta yolu buluyorum.

son olarak yazımla çok alakasız bir fotoğraf paylaşıp buhar oluyorum..

17 Eylül 2009 Perşembe

nutella - turşu



emo fotoğraf kompozisyonu oldu biraz yukarıdaki eserim, the oz google'a, forum sayfalarına düşmesinden korkuyor.

bugün Naz'la yaptığımız tünel gezisinde, kırmızı piyano görüp "zengin olursam dekor amaçlı alırım ki ben bunu" dedim, kendi piyanomdan asla vazgeçmem ama duygusal bağlarım var.

nutella kaşıkladıktan sonra turşu yedim, bazen nasıl bir mideye sahip olduğumu ben de anlayamıyorum..

aşk-ı memnu'daki Nihal karakterine beni çok çok benzeten arkadaşlarım, o kızın boyu 1,50 cm, benimki 1,77.. (boyumu da söyledim artık, yakışıklı uzun boylu okurlarıma selam ederim..)

yakında "komik vidyolar çeken kızlar" grubuna ben de katılıyorum, çalışmalarımız sürüyor.

bana resim yapan arkadaşım benim için hep önemlidir..

kapılar hep açık olursa turist şımarır, şımartmayın!

Ankara, sana gelsem mi bir süre kalsam mı?

9 Eylül 2009 Çarşamba

Aşk

09.09.09 bu gün önemli bir gün, bu gün çok güzel bir gün..

7 Eylül 2009 Pazartesi

Antony and the Johnsons



benim için çok değerli olan kuzenime teşşekkür ediyorum, "antony and the johnsons" müptelası yaptığı için beni.. son albümünü de indirdim ve seni çok özledim :)


ay dede candır!



regl olup da bunu ağrılı yaşayan kızlarımız;

1- ayakta durmayın.
2- belinizi sıcak tutun. sıcak su torbası yoksa leptopu koyun karnınıza.
3- ağrı kesici için.
4- hareket etmeyin.
5- tatlı krizinizi kuru meyvelerle atlatın, örneğin kuru kayısı, bağırsaklarınızı da düzene sokar.
6- uğraş bulun. resim, müzik, internet, kitap. çevrenizdekileri sebepsiz yere kırdığınız için üzülmezsiniz böylece.

başka çözümleri olan varsa, bir an önce bana ulaşın.

yeni bloglar okuyorum, okudukça çok beğeniyorum, salatalar bölümüne göz atmanızı öneririm.

beyaz teni seviyorum, ama bütün esmer arkadaşlarım güzel.

limonlu soda zirvem, vişneli soda zirvesi oluverdi, limonlu soda yoktu, vişneli de güzeldi, bossa süperdi, arkadaşı da şekerdi..

yakın zamanda imaj değişikliğimle turist severlere süprizim olacak.

ay dede canlıdır. sadece bir uydu değil o, kesinlikle. küçükken bana göz kırpmıştı ay dede, annem inanmamıştı ama gerçekti, hala gerçek olduğunu biliyorum.

blogla çok ilgilenemiyorum, bir konu üzerinde yoğunlaşıp yazamıyorum, ne oldu ki bana?

yukarıdaki tanrıça turist, yer kale içi sokaklarıdır..

not: antalya'lı olup da kale içinde fotoğrafı olmayan gencin bir yerleri eksik kalır.

2 Eylül 2009 Çarşamba

kabus olsaydı, uyanırdım hiç olmazsa..

bu sabah yine annem, babam ve suna teyzenin bağıra bağıra sohbet etmelerine uyandım, annemle suna teyzem kahve içiyor, babam ise teletexte gündem takip ediyordu, buz dolabını açtım, üşengeçliğimden geri kapattım, oysaki açtım.. odama geri geldim, internete girdim o sırada babam daldı odama leptopun başına o geçti, bu saatlere kadar her şey normaldi, babam kızmıyordum.. içeri gittim annemle suna teyze fal kısmına geçmişler, onları dinliyordum. birden suna teyzem "sana çok güzel bir haberim var" dedi. bunu söylediği an mutlu olmuştum.

-aa öyle mii neymiş bu güzel haber?
-annen hamile.

gözlerim büyüdü sanki kaslarım izin verse yerinden çıkacaklardı, boğazım düğümlendi, hem acı hem de nefes almakta güçleniyordum, sonra beynim şoku atlatıp çalışmaya başlamıştı.

-menapoz'dur o ya, test yaptınız mı? (zorlukla konuşuyorum ama)
-yok yapmadık da kızım, doktora gideceğim.

ve o beklenen muhabbet geldi;

-ayy ne güzel olurrr, valla eğer hamileysem doğururum.
-anne ne diyorsun ya kaç yaşına gelmişsin allaam yarebbim, hem utanmıyor musun bi kere kardeşimle aramda 20 yaş olucak insaf, benim çocuğum zannederler ya, yok yok olmaz bu iş..

boğazım gitgide daha da düğümleniyordu. babama inanılmaz bir kızgınlık besliyordum, odama gittim, kapıyı parçalarcasına açtım ve:

-baba ya hiç utanmıyor musun bu yaştan sonra ben mi öğreticem korunma yöntemlerini size be.
-niye öyle diyorsun kızım, olursa ben bakarım valla..
-sus baba sıs, hem suçlu hem güçlü! iki dakka yalnız bırakmaya gelmiyorsunuz ya, napıcam ben sizinle..

düşünceler havuzunda boğulurken kendime bir meşgale bulmak zorundaydım, mutfaktaki bulaşıkları görüp, atıldım. hayatım gözümün önünden bir film şeridi gibi gidiyordu ama garip olan bir şey vardı, tıpkı bana benzeyen bir kız çocuğu etrafımda dönüp duruyordu her karede, ve sevdim ben o çocuğu, yeni bir hayat bağıydı, sonra düşündüm, olsa bakarım kardeşime, zaten bunca sene istedim kardeş yapmalarını şimdi neden olmasın, ama bir yanım kendime şaşırıyordu 20 yaş vardı arada dile kolay. üniversitede derslere elinde bir veletle girmek ve insanları onu kardeşim olduğuna inandırmaya çalışmak..

normalde dua eden bir insan değilim ama;

- tanrım eğer varsan, lütfen sesimi duy, annem menapoza girmiş olsun.. süpaneke, dinimiz, hac, iman, zikir, amin!

1 Eylül 2009 Salı

piyasa

whopper adlı hamburger gönlümün birincisidir, üç ay sonra bugün ilk defa yedim ve orgazmın doruklarında kayak yaptım..

yeni açılan alış-veriş merkezine gidip piyasa araştırması yapayım dedim birde. yeni sezon ürünleri gelmiş, tasarımları beğenmeme rağmen, fiyatlar beni uzaklaştırdı kendilerinden, halbuki indirim ne güzeldir, kır çiçeği gibi, öpücük gibi..

indirimli şiir:

fiyatları indirin
kadınlar sevinsin
fiyatları indirin
indirin ulan!

değişimi seviyorum,
sizi de seviyorum okur..

30 Ağustos 2009 Pazar

Ayrıca;

Ice Age'in ilk iki filmini hiç kaçırmadan sinemada izlemiştim. Animasyonları çok seviyorum, ve Ice Age'in kalbimdeki yeri bir başka.. ama üçüncü filmini izleyemedim, izleyemedim okurum, vaktim mi olmadı, neden olmadı? neyse Antalya'daki bütün sinemaları gezeceğim artık, belki kaldırmamışlardır turist gelsin de izlesin diye, eğer benimle bu filmi, patlamış mısır ve kola eşliğinde izlemek isteyen varsa, ben o kişiye bütün saygı ve sevgilerimi arz ederim.

ayrıca; bugün Saliha anlatırken farkettim; burnum alçılıyken dolaştığımız mağazalardan birinde bir eleman vardı onu bilerek korkutmuştum, o da beti benzi attığı halde "korkmadım" demişti, o elemandan özür diliyorum ben.

ayrıca; dün kahve içtiğimiz yerdeki garsonu dumur ettiğim için de o garson abimizden özür dilerim.

ayrıca; bana mal mal bakan çocuğa dil çıkardığım için de özür dilerim.

ayrıca anneme bir daha yaramazlık ve benzeri saçmalıklar yapmayacağıma dair söz vermiştim bunun için de özür dilerim, sözümde duramıyorum anne..


ben büyüyemiyorum okurum, bir yarım hep çocuk..




fotoğraftaki uslu kız kuzenim, şımarık kız ise benim..

27 Ağustos 2009 Perşembe

5 yıldızlı hotelse kaçacaksın

ne zaman bilmiyorum ama okurum, yabancı bir kimseden çocuk yapmaya karar verdim, yani türk olmayan.. hayır türk iyidir, hoştur lakin bu fikre şu an tatil yaptığım mekanda karar verdim. veletlerle aramın iyi olmamasına rağmen, birbirinden muhteşem güzellikte sarı sarı çocukları görünce insanın böyle içine içine sokası geliyor, yanaklarını sıka sıka o şirin kırmızı dudaklarından öpesi geliyor, ay allahım çok güzel bunlar okurum, çok. işte ben de bu çocuklardan bir tane istiyorum okurum, şimdi erkek kişisinin de gözleri renkli olursa, şansımız daha çok artar, sonraa beyaz tenli böyle süt beyazıı, kıvırcık saçlı benim gibi, amanın nooluyor bana yılların turistine nooluyor okurum! anaç duygularım kabardı yeminlen.

neyse gelelim mekanımıza.. güyaa beş yıldızlı otelimiz ( böyle yerlerde işin olmaz turist ne ayak?)
not: öncelikle parantezdeki soruyu cevaplandırmak istiyorum, öhööm.. okurum, ciğerim, lahana dolmam, ayranım, antalya'ya geldim geleleli dışarılarda sürttüğüm için babamın onlarla olmamı sağlayacak bir projesidir bu. proje içinde annem ve babamın üniversiteden arkadaşları ve aileleri de yer almaktadır. amaç: turistin herşey dahil sistemdeki bir otelde ailesiyle beraber olmasını sağlamak dışarı çıkarmamaktır. proje başarılı mıdır? başarılıdır. turist sıkıntıdan patlamışmıdır? evet.

yemekleri hiç beğenmememe (bkz: meme) rağmen, çok yiyorum; çünkü her saat başı yemek veriyor bu zıkkım hotel.

havuza giremiyorum; çünkü milletin işemesi sonucu havuzun rengi bile değişmiş a.q.

saunamız var birde; içeride nefes alamıyorum boğuluyorum, çok da eğlenceli değil ayrıca.

animasyon mu var; allah belalarını versin lan!

ayrıca bir tane yakışıklı göreyim be, hiç mi olmaz, niye olmaz, küfür, küfür, küfür...

neyse okurum daha söylenecek çok şey var lakin benden size bir öneri turist adayları, beş yıldızlı otel sıkıcıdır, gitmeyin.. deneyim, tecrübe..

TurisT ablanız sizi öpsün..

19 Ağustos 2009 Çarşamba

bu yazıyı okumasan da olur

şu an hiç yazı yazasım yok ama niyeyse yeni kayıt açıp ekrana salak salak bakmaktayım. bu cümleyi yazmam bile saçma ama ilginç bir ruh halindeyim evet. sanırım ilgiye ihtiyacım var.

18 Ağustos 2009 Salı

sosyal mesajlı facebook şiiri

facebook bizim canımız

leptopu açar açmaz sana girer oldum
sana girince kendime kızar oldum
kızar dedim kızartma çekti canım
akşam vakti yemek yer oldum

invite ettik, ignore ettik
o yetmedi vidyo izledik
oyun yokmu dedik o da oldu
pet societyle kalbim nur doldu

yorum yaptık, dalga geçtik
ahireti önemsemedik
"allah" grubuna katılmadık
cehennemden farz eyledik

etiketlendik, paklandık,
raflara yer saldık
benden size bir tavsiye
kolbastı oynamayın.

16 Ağustos 2009 Pazar

limonlu soda zirvesi


öncelikle iç anadolunun bağrından tezek kokulu bir merhaba getirdim size okurum. dedemin kovanlarından bal yedim, taze süt kaymağıyla yufka ekmeğe dürerek. bazı yemek terimleri öğrendim; oğmaç (yufka ekmeğin parçalanarak tereyağında yumurtayla kızartılmış hali), sepi (sulu, etli bulgur pilavının yufka ekmeğin üzerine dökülerek yenilesi hali).. tavukları kümesine sokmaya çalıştım, başaramadım, gerçekten zor.. insanların, tarlalarını, sürmek zor geldiği için yaktıklarını gördüm, böylece yangın çıktığını da gördüm. organik sebzeler, meyveler yedim, kendim de organikleştim, düzgün sıçmaya başladım.. bir ara hasta oldum temiz hava çarpmasıymış, kirli hava sağlıklımıymış diye düşündüm..
sonra köy halkı dediğin okeyciymiş arkadaş, çoluk çocuk, genç, yaşlı, herkes.. öyle boş oynamak da yok, hedefler büyük. para yok ama, mangal var, pasta var, dondurma var. bende de hiç mi şans olmaz be, hep yenildim.
neyse şimdi de çok özlemiş olduğum arkadaşlarımla buluşma planları yapıyorum, ayrıca antalya'da bulununan blogçularım için de kendi kendime zirve açtım şu an, "limonlu soda zirvesi". katılanlar yorum bölümüne saçmalayabilir.. yer, zaman ve mekan benim isteğim doğrultusunda en yakın zamanda belirtilecektir.

ta ta ta taaaaaaaaaa!

veeeee köfteme, piyazıma, dondurmama döndüm. tatilime antalya'da devam ediyorum. enerjimi depoladım. okurum, valla sizi çok özledim.. en kısa zamanda hepinizle teker teker ilgileneceğim ciğerlerim.