30 Haziran 2009 Salı

zorro



fotoğraftaki komik şapka, kaş, göz, ve bir tutam saç bana aittir.

mani 1:

gökyüzünden uçak geçer
bossa nova horon teper
hiç bir zaman kavuşmadı
tombul tombul memeler

mani 2:

bu manim de the oz'a gelsin
bütün kötülükler buradan gitsin
bihter behlül'ü götürdü valla
hepimize vahiy gelsin

Black Balloon




yukarıdaki ritm, The Kills'in "Black Balloon" adlı şarkısına aittir. belki siz de elinizle ritme uyarsınız dinledikçe, çok zor değil hemen müzik bilgisi olmayan okur için de anlatayım;

alkış pozisyonu alın ve elinizi eşit dercede iki kez vurun daha sonra ritmi bozmadan iki katı hızda iki kez alkışlayıp üçüncüsünü de ilk vurduklarınız gibi vurun bir kez daha aynısın yapın en son bu ritmin tam tersini yapın yani önce uzun olanı sonra iki tane uzun olanın yarısı değerinde vurun.

uzun-uzun -kısa-kısa-uzun -kısa-kısa-uzun -uzun-kısa-kısa

evet biliyorum anlamadınız, ben de pek anlatamadım.
neyse siz dinleyin black balloon'u.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Dansöz

"büyüyünce ne olacaksın?" çocukların büyüklerle iletişim kurmasını sağlayan temel sorulardan birisdir bu. (bir de "anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun?" var ama bu konuya hiç girmek istemiyorum.) belirli bir yaşa kadar verdiğim cevap hep aynıydı bu soruya;

-dansöz olucam ben!
hiç de komik değil aslında ama büyüyünce ne değişti? bakalım;

*mezdeke kasedini takıp deli deli dans eden bu yavruya annesinin arkadaşı; " bu kızın çok iyi kulağı var" dedi. işte hayatımın en önemli kararı burada verildi, dansöz olacaktım! Tek hayalim gerçekleşecekti.. ama bu cümleyi yanlış anlayan ailem beni müzik kursuna yazdırdılar.

* hayalimden gitgide uzaklaşır olmuştum. okula başlayınca sorunun cevap seçenekleri de arttı haliyle; astronot, pilot, ressam, doktor, mühendis (ki mühendis kelimesinin anlamını da bilmiyordum itiraf edeyim.)...

*1. sınıfın sonlarına doğru öğretmen şarkı söylemek isteyen var mı diye sordu. vardı. ben. işaret parmağım yavaş ve korkak havaya kalktı. söylemeye başladım, arkadaşlarım alay etmeye başladı (şu an bile hepsinin azını burnunu dağıtasım var) yine de hafif ağlamaklı bir tonda da olsa şarkıyı söylemeye devam ettim. bittiğinde öğretmenim de benimle beraber ağlıyordu. hem ağlıyordu hem de gülüyordu gözlerinin içi. o an anladım, çok etkilenmişti. peki ne söylemiştim? fırat türküsü. hemde 7 yaşında hem de hiç bir sözünü atlamadan. annemle babamın benim şarkı söylebildiğimden hele ki böyle ağır bir türkü söyleyebildiğimden haberleri yoktu. artık haberleri olmuştu, çünkü eve sümüklü gitmiştim.;

-ühüü ühüüü, hık ühü..
-ne oldu kızım?
-anne sınıfta şarkı söyledim öğretmenim çok beğendi ama arkadaşlarım hep alay etti benle ühüü..
-hangi şarkıyı söyledin?
-fırat türküsü.
-(hönk)bize de söyle bakalım?
-şu fıratın suyu akar serindir oy oy..

şaşkınlıkla dinlemişlerdi beni, nerden mi öğrenmiştim, sizin de anne babanız öğretmen olsaydı böyle türkü dinleye dinleye büyürdünüz.

o günler henüz kariyerimin çok başındaydım, okul gecelerinin vazgeçilmez ismi olmak, assolistlik, söhret beni bozmamıştı..

nerden öğrenmişlerse annemler konservatuvarın yarı zamanlı eğitim verdiğini duymuşlar,sınavlara girdim kazandım. sabahları okula akşamları konservatuvara gidiyordum, bir çocuğa göre fazla çalışıyordum, pek boş vaktim yoktu. enstrümanım flüttü (hayır, blok flüt değil, sizin değiminizle yan flüt). 3 sene devam etti böyle.

büyüdüm lise çağı geldi, annemlerin "anadolu lisesine git" serzerişleri cevaben dersaneye gitmedim, müziğin benim için ne kadar önemli bir hale geldiğini anlamalarını sağladım sonunda. konservatuvarın lisesi açılmıştı o sene, kendimi oraya hazırladım ama annemler güzel sanatlar lisesine gitmemi istediler, sınava girdim kazandım, ikisi de müzik eğitimi dedim güzel sanatları tercih ettim.

okul bitti.. ve artık kimse bana şu soruyu sormuyordu; "büyüyünce ne olacaksın?".
belliydi değil mi artık. müzik benim herşeyim! (bu cümle o kadar içten ki yazarken bile tüylerim diken diken oldu, ağda yapsaydım böyle olmazdı işte.)bu arada şarkı söylemeyi flütten daha çok sevdiğimi anladım, üniversitede opera-şan bölümü sınavlarına girecektim, kazanacaktım..

ve yeni bir hayata başladım, çok keyifli, yine müzikli..
yolunuz düşerse istanbul'a sorun birine; "ist.üni.dev.konservatuvarı nerde?" (kısaltma yapmadan sorun) gelin yanıma, kapıda güvenlik görevlisi var emine abla içeri almaz sizi, ama ısrar ederseniz olur bu iş, çıkın merdivenden ilk sağa dönün, koridorun en sonunda "opera ana sanat dalı" yazar girin oraya, bekleyin beni ekimde gelirim ben sıkılmayın o zamana kadar ama..

bütün dansözlere selam ederim..

şoför



fotoğraftaki sarılan cinsler kuzenim ve ben, evet çok tatlı bir çocuk olduğumu kanıtlamak için bloğuma koyuyorum.

diğer fotoğrafa geçmeden önce de şunları söylemek isterim dolmuş şöförü amcalarıma;

antalya'nın 40 derece ve üstü sıcaklarına zor katlanan halk için seçtiğin müzik tarzını beğenmiyorum, tastiklemiyorum, kınıyorum! eve gelene kadar ilahi dinlenir mi ya, çok istiyorsan sesini kıs bari, çok sinirlendim ha.

ayrıca klimanın da suyu akıyor şap şap onu da yaptır.




sıradaki fotoğrafta beni tanıyan insanların çok şaşıracağı bir manzara karşımıza çıkıyor. düz, siyah saçlı ve kahküllü turist. aklınızın bir köşesinde bulunsun bu saçlar evrim geçirdi yıllarca, ilk fotoğrafta olduğu gibi kıvırcık haline döndü daha sonra. ayrıca kuzenlerimi özlemişim ben.

saç konusu güzeldir bir ara bu konu hakkında uzun bir yazım olacak sizlere.

son olarak babaannesine giden turistin miğde fesatı geçirmeden eve dönmesi hiç bir zaman mümkün değildir, bunu da buraya yazmış olayım.

27 Haziran 2009 Cumartesi

şablon bulun bana!




sabahtan beri blog şablonu değiştiriyourm ve hiçbirini beğenmiyorum.

yakında kuzenimin düğünü var ve düğün hediyesi olarak çatal iğne (çengelli iğne)almayı düşünüyorum, fikir annemin.


çatal iğneli şiir:

yorgan üşür, çarşaf giyer,
o çarşafı severim ben
düğme düşer, meme görünür,
o memeyi severim ben


işim güçüm birleştirmek,
bir çok küse dermanım ben,
sen de bana küser isen,
gider karpuz yerim.

26 Haziran 2009 Cuma

anneler haklıdır




-maykıl ceksın ölmüş anne.
-üzüldün mü?
-evet, sen?
-şu karpuzu kes bakalım soğuk soğuk..
-demek sen de çok üzüldün anne..
-karpuz karpuz
-üzülme anne her canlı bir gün ölümü tadacaktır.
-karpuz diyorum be!
-hırpalama kendini yıpratma maykıl böyle olsun istemezdi..
-hay ben senin!
-maykıl maykıl sen kalbimizde yaşıyorsun tra la la laaa..
-eşşolueşşek otur sen bi karpuz kesme göt büyüt!
-anne bana da koy gelirken.
-maykıl sana karpuz getirmeyeceğim için üzülmeni istemezdi çiğdem!
-...!

not: Michael Jackson unutulmaz bir adamdır!

angelina



yukarıdaki Angelina'yı ben yaptım, neden duvaklı yaptım bilmiyorum, bunlar Brad'le evlenmedi değil mi?

TİM

Kötü bir yolculuktu itiraf edeyim, ama geldim sabahın köründe gözlerini yarım açabilen ve sarılışı bu kötü yolculuğa değecek kadar muhteşem olan annenin yanına. (fazla betimleme, bazen iyidir)

gün boyunca yaşadığım şeyleri anlatmayayım diyorum siz de sıkılırsınız ben de, siz var mısınız bu arada?

insan günlük burç yorumlarını okuyunca beklenti içine giriyor, "aa dün tutmuştu lan, bugün şöyle diyor kesin olacak bu". yapma ya saçma sapan ("sapan" ı da 5 defa yazamadım) konuları.. ne diyroum ben be öööf

hala regl olamadım bunu da beyan ediyorum işte, sinirliyim, çenemdeki sivilceye de haykıra haykıra seslenmek istiyorum "sıçtığım bok!"------> bu anne lafını seviyorum.


yalnız insan bence;
-tabaktaki son pirinç tanesi değildir, tabakta sadece bir pirinç tanesi kalmaz yada hiç pirinç tanesi kalmaz.
-yağmurlu şarkı dinleyip ağlayan hiç değildir, ağlıyorsa sebebi vardır, o sebep biridir, biri için ağlarsa biri acı çekmiştir, o biri tek başına acı yaratamaz. (birdir bir'i hiç karıştırmayın o oyundur zaten.)
-tek başına yaşayan mıdır? hayır, o da değildir. o evin böceği vardır, sineği vardır..
-var mıdır? vardır! çevresindeki onca insanı görmezden geliyorsa, sevgilerine cevap vermiyorsa, kendine layık görmüyorsa işte o insan yalnız olmaya mahkumdur. evet!evet evet..
(anti klişe timi tarafından saldırıya uğradım, yazıma burda son vermek zorundayım -çata küüüüüt..)

enseye pat!

23 Haziran 2009 Salı

köpüklü



Fotoğraftaki bıcırlar sırasıyla cenk, cem, ben ve demet'tir. Babaannemin kışın deli gibi havuza gitmek isteyen torunlarına bulduğu yaratıcı bir çözümdür.


Regl olmadan önce vücudun çeşitli belirtiler vermesi güzeldir, "hazırlıksız yakalanma" der bize ama bunu çenenin ortasında koccaman bir sivilceyle söyleyince sinirin bozulur, bezersin..

Özel bir yere gideceğin zaman ne giysem telaşı dolabındaki milyon kıyafette aslında göremediğindir, evet hala eksik buluruz..

örn: "Hiç bir şeyim yok resmen.."
Dolabın kalbi kırılır o olmadı kapısı kırılır kardeşim öyle şiddetli kapatmayacaksın..

Kadınlardan korkun baylar, tahmin edemeyeceğiniz planlar o çocuksu yüzlerinde öyle bir gizlenmiştir ki "mal" gibi kalırsınız.

örn:
- Pelincan bu akşam maç var hayatım arkadaşlar çağarıyor
- Gidemezsin evde izle
- Peki (tıs tıs)
ertesi gün;
- Berkesu dün maçı arkadalarında izlemişsin!
- Şey..
- Önemli değil hayatım ben de bu gün Atacan, Berkcan, Cancan ve Concon'la bara gidiyorum, hadi çok öptüm..
çat!
- !

Yazık ama ya.. Kadın erkek eşitliği istiyoruz! Erkeklere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmasın!

Hoşt çakalın!

21 Haziran 2009 Pazar

pazarda ananasaldırdım!

Mehmet Ali Birant' a sempati duyuyorum, çok komik ama gerçekten..

Derken turist'in okul bitiyor, ve doğum günü hediyesi olan PLACEBO konser biletiyle yerden bir karış yukarıda kuğu balesinden örnekler sergiliyor bize. Çarşamba akşamı da Antalya'ya gelme gibi planlarının olduğu söyleniyor sayın seyirciler, söz sizde..

Birazdan karnımı doyuracağım ve size eşsiz menümü söylemekten gurur duyuyorum;
-köfte
-patates (tavada sotelenmiş)
-salata
-ayran
-beyaz fırından alınma yeme de yanında yat kurabiyeleri

sıradaki parça, bana PLACEBO konser bileti alan eski ev arkadaşım Didem Yılmaz'a gelsin;
Gevende - Celik Comak

kedi istiyorum, ve köpek de istiyorum annem kızıyor, haklı.
ama dışarda her gördüğüm yavru için aynı şeyleri tekrar edip duruyorum:
"beslenir ki bu!"

evet biraz zayıflamışım,, iyidir.

seviyorum sizleri..

5 Haziran 2009 Cuma

that's how people grow up

seri katil değilim belki ama psikopatça, bazı insanları zevk olsun diye öldürüp..
bu cümle devam etmese de olur, yeterince kötü imaj oldu.

dedikodusuz yaşayabilir mi insan?
yaşasın artık , lütfen.
facebook çıksın hayatımızdan, sokaktan geçerken insanlar birbirleriyle yüzyüze iken tanışabilsin, bilgisayar başındaki cesareti sokakta gösterebilsin, ama bu sapıklık boyutunda olmasın.

telefondan annemle babam çıksın, 3 boyutlu görüşebileyim onlarla, hayalet gibi..

okuduğum herşeyi unutmayayım, hafızam arada eskileri göstersin bana geçmişi unutmayayım, aynı hataları yapmayayım..

Kimsenin doğum günü hatırlanmasın, kimse bu günü kutlamasın bir özelliği olmasın, hediye beklemeyelim, hayal kurmayalım..

çok dil öğrenmek istiyorum, dünyadaki herkesle biraz konuşmak istiyorum, yalan söylemesinler..


denizi, kumu, şezlogu, tatili, hiçbirşey yapmamayı, çok şey yapmayı, böyle saçma sapan cümleler kurup gülmeyi, plaj yakışıklılarıyla voleybol oynamayı, yaz kaçamaklarını, yüzümü batıra batıra karpuz yemeyii çok özledim, çok az kaldı.

canım ne isterse onu yapacağım, sevmediğim birini sevmemeye devam edip, sevdiğim birine yemek yapacağım, kör abiyi kolundan tutup karşıya geçireceğim, sokak köpeğini elim pislenmesin diye sevmemezlik yapmayacağım, fırsatları kaçırmayacağım, ne olacak diye yaşamayacağım.. bundan sonra böyle, ben böyleyim. (hazırkart reklamındaki özgür kız nil değilim, kendimim!)

henry kupjack ın minyatür odalarından biri bu da :