27 Ekim 2009 Salı

kaçın!


kendimi unutulmuş hissediyorum.. filmlerde, şarkılarda olur ya, buruştulup atılan bir kağıt parçasıyım sanki.. (bu yazı belli ki depresif olacak, kaçın!) çevremde sevilen bir insanım ve seven de bir insanım, bunu şımarıklık olsun diye de yazmıyorum, aşktan korkuyorum ben, meselem bu. işte bu yüzden birilerinin kalbini kırdım, suçluluk duyuyorum. bana yapılanın aynısını başkalarına yaptım, bu yüzden.. şimdi anlıyorum bazı şeyleri, zorlamak olmaz. kalbini kırdıklarımı özlüyorum, acı çektirdiğim için özür dilemek isterdim, ama bunu duymak istemezler, bilmek isterler o ayrı.. inanın onlar hep mutlu olsun diye dilemişimdir içimden. (ankette de görüldüğü gibi en çok oy alan seçenek, turist: iyi kalpli) şimdi bu ilişkilerimin ardından zaman geçti ve unutulduğumu biliyorum, işte sorun burada ben buna üzülüyorum. yüzsüz bir insanım, allah belamı versin. resmen beni unutabilsinler, çok mutlu olsunlar diye dua ederken, unutulduğumu anladığım an triplere girdim. belki de unutmamışlardır ha, belki " hayatımdan bir turist geçti, ne güzeldi.." diyorlardır, umarım diyorlardır çünkü ben onlar için böyle düşünüyorum. yaşadığım hiç bir şey için pişman değilim (ilkokul öğretmenime"pavyondan mı geldin?" demiştim bunun için pişmanım tabii, 2 hafta evde [kodeste] kaldım.)

şimdi ne mi istiyorum? taptaze, yemyeşil, kıpkırmızı bir aşk ve bu sefer hiç yaşayamadığım ve yaşamaktan korktuğum her şeyi gözümü kırpmadan yapacağım.. bir kez daha çok sevmek istiyorum, gizli değil çok açık olsun, kıskanayım istiyorum. istiyorum oğlu istiyorum, aşkı özledim ben...

26 Ekim 2009 Pazartesi

erkek modası




şu sıralar ilgileniyorum bu konuyla, erkekler ne giymeli, bir turist gözüyle size anlatayım. hırkalar, atkılar ve garip ayakkabılar hep çekici gelmiştir bana. aksesuar çok önemli tabii. çanta, gözlük, saat derken tşört üstü gömlek, sempatikliği zirveye çıkartan unsurdur benim için. saçlar dağınık ve mümkünse jolesiz ise o erkek bakımsız değildir, doğaldır. bir de şu ray-ban damla gözlüğü bırakmalısınız, hayır o güzel bir gözlük fakat herkeste olan şeyler bazılarımızı sıkar. marjinallik değil de orijinallik diyelim hadi..

biz kızlar en az sizin kadar önem veriyoruz dış görünüme (en az diyorum, dikkat!) sen bi kotla bi tşörtle çıkarsan mahalleye tabiiki kimse bakmaz (bir kıvanç tatlıtuğ, jonny deep, brad pitt değilsen) , yani kimse bakmaz çok ağır belki tamam şöyle diyelim, senin baktığın kız bakmaz. biz kızı etkilemenin 1. yoludur görünüm. ayrıca neden yıllardır aynı tarzda dolaşasınız ki, sıkılmıyor musunuz? yenilik, alışması zor bir şey olsa da, harikadır. insanların size olan tepkileri değiştikçe, buna daha çok dikkat edersiniz. sözle olmasa bile o bakışlardan anlayacaksınız iltifatları, kendinize güveniniz gelecek...

ayrıca parfüm de çok önemli itiraf ediyorum. birkaç gün önce kaldırımda kalabalığı yararak yürürken, yanımdan öyle bir koku geçti ki hayatımda ilk defa geriye dönüp "bu kim ya?" diye arkama baktım. eğer çok yakışıklı ya da güzel giyimli biri olsaydı dikkatimi çekerdi ama adam beni resmen kokusuyla etkilemişti. (not: bu kokunun adını öğrendiğimde yazacağım buraya, çok işinize yarayabilir.)

kaşınızın ortasını da alın. iki kıl almayla kız olmazsınız. yüzünüz açık olsun, kirli sakalı abartmayalım, suratı çöplüğe çevirmeyelim. dişler, beyaz tonuna yakın olsun. (o biraz çapkın, biraz da sevimli gülüşte sanıyor musunuz ki dişinizin önemi yok. nah!) fırçala onları sabah akşam..

sonra beni ara, randavu vereyim.. belki bir akşam yemeği yeriz ha?

not: bayanlara böyle bir uyarı ya da öneri yapmaya gerek yok..
not2: bunları yapacağım diye her şeyin abartılısını tercih etmeyin baylar, maymun da olmayın, ahh biz kadınlar cidden zoruz..

25 Ekim 2009 Pazar

twitter gibi, değil gibi..

bir kadın istese, inanılmaz güzel olur, aklınız gider.

24 Ekim 2009 Cumartesi

vişne çürüğü


vişne çürüğü gibiyim, bedenimde ağrımayan yerim yok. hayatında hiç spor yapamış bir insanı bu kadar zorlarsanız olacağı budur.
çamaşır, bulaşık, temizlik beni bekliyor, bazen keşke bir ev arkadaşım olsaymış diyorum.. (sonra vazgeçiyorum)

şimdiden bu kas ağrılarım için bulacağınız çözümlerden ötürü sizlere teşekkür ediyorum..

22 Ekim 2009 Perşembe

laf salatası yaptım yer misiniz?


Hadise'nin olduğu reklamdan, sebebini anlayamadığım bir nedenden ötürü tiksiniyorum. şarkısının sözlerini anlayamamamla beraber melodisinin de kendi içindeki çift ses uyumsuzluğu rahatsız edici. ayrıca Hadise'yi güzel bulmuyorum (bok atmaca) ve reklamın sonundaki ağzını açıp göz kırpmasından sonra "Penti" çorabı giymeme kararı aldım. ( işte bir reklam anca böyle ters teper bebeğim )

Athena'yı severim ama sanıyorum bir duraksama dönemindeler, kendilerinden haber alamaz olduk. Bir zamanlar sürekli rüyalarıma girerdi Gökhan, kendi uydurduğum batıl inancıma göre onunla evleneceğime yorardım bu rüyaları höhehe
ne evliliği ya te allaam ne komik.

Kurban gelmiş geçmiş en iyi "türkçe rock" grubudur derdim hala da öyle diyorum. Mor ve çetesi de birinciliğe zorlamıyor değil.

Bugün kendime bir tşört alayım dedim bir sürü mağaza dolaştım, beğenmedim. çok zor beğeniyorum okuyorum, giyim benim için çok önemli bir şey. ha sorsanız “dolabındaki bunca giysiye rağmen giyecek bir şey bulamıyor musun yani?" diye, işte cevabı "evet" olanlardanım.


Edith Piaf şarkıları film müzikleri gibi bence. doğru bir zamanda doğru yerde geliyor hep kulağıma.


Çok sakız çiğneyen biri değilim aslında, ama saatlerdir sakız çiğniyorum bugün okurum, zorum nedir, inanın bilmiyorum. çenem malulen emekli oldu.

20 Ekim 2009 Salı

yazıya Bach!


Barok döneminin eserleri beni sıkıyor. Kuralcı oluşundan dolayı. Ben çaldığım ya da söylediğim eserde bağımsızlık isterim biraz. Ama yok ariantikler hep tek düze. Bach ve Haendel romantik dönemde yaşasaydı bence her şey çok farklı ve harika olurdu. Bach’ın modülasyon kullandığını ve armoniyi daha serbest bıraktığını düşünsenize biraz jazz akorları mesela, vuhuuv ne çılgın olurdu. Şimdi söylediklerimden bir şeyler anlayanlar elime mum diksin!

Bach, Beethoven, Mozart, Vivaldi, Chopin ve Rachmanninoff'tan iyi rock grubu olurmuş aslında..

bach (ritm gitar)
beethoven (bass)
mozart (klavye)
vivaldi (solo gitar)
rachmanninoff (davul)
chopin (vokal)

bu gruba isim bulun okurum!

itiraf ediyorum

itiraf ediyorum; bir çok film yıldızının ismini bilmem. şu şöyle bu böyle diye isimleri çatır çutur söyleyen arkadaşların yanında çok sohbet etmemeye özen gösteririm bu yüzden.

itiraf ediyorum; ben bir şey anlatırken, bana "mal bakış saldırısı" yapan insanlara önce kızarım (çünkü açık konuşan bir insanımdır) , sonra sempati duyarım doğal oldukları için..

itiraf ediyorum; 2. sınıfta çişimi ne kadar tutabiliyorum diye deney yapmıştım. bizim okuldan gelip evin merdivenlerini çıkana kadar dayandım sonra kilotlu çorabımdan süzdüm sıvıyı, iğrenç bir histi.

itiraf ediyorum; çocukken bir sürü erkekle öpüştüm, kızla da öpüştüm..

itiraf ediyorum; annemin en sevdiği çiçeğinin, kıskançlıktan (onu benden daha fazla sevdiğini düşünmüştüm çük beynimle o vakit) bütün yapraklarını delmiştim. işin en komik tarafı da annemin bunu bir tür hastalık sanmasıydı..

itiraf ediyorum; şirinleri izlemek için ödevimi yapmazdım.

itiraf ediyorum; ödevlerin kontrol edileceğini örenirsem, bir ders önceden yarım yamalak yapardım, öğretmen de hep "yarım artı" verirdi. nooldu o yarım artılar? hem yarım artı ne komik..

itiraf ediyorum; feysbukta bu bloğu okuyan 1 milyon kişi bulamam.

itiraf ediyorum; horozdan korkarım.

itiraf ediyorum; Kıvanç Tatlıtuğ'u Beyoğlu'nda gördüğümde aklım gitmişti.

itiraf ediyorum; tepeden çekilmiş fotoğrafım var.

itiraf ediyorum; beğendiğim bir tşörtü, kabinde denerken yanlışlıkla yırtmışlığım var, mağazayı koşarak terketmiştim.

itiraf ediyorum; ilk öpüşmem çok havalıydı. (anti klişe timimden bir posta dayak geliyooor..)

itiraf ediyorum; internet bizim eve ilk girdiğinde mynet'ten chat yapardım. bir gün adamın biri bana " am, sik, göt " yazınca çok korktum ve ağladım, salaktım..

itiraf ediyorum; adamın biri üstü açık arabasıyla bizim evin önünde durup bana hortum gibi bir şey salladığında onun ne olduğunu 2 yıl sonra anladım. (küçüktüm ama ya)

itiraf ediyorum; misafirlikte uyuya kalma numarası yapıp babama kendimi taşıttırırdım. böyle kollarının arasına alırdı beni, nasıl güzel bir şeydi o..

itiraf ediyorum; çayın yanında çekirdek çitleyerek porno izledim.

itiraf ediyorum; ütü masası en sevdiğim oyuncaktı.

itiraf ediyorum; uykum geldi. :)

18 Ekim 2009 Pazar

Düğün



düğün şarkılarını önemsiyorum. Yıllardır gittiğim (gitmek zorunda bırakıldığım) düğünlerin hemen hemen hepsinde Mariah Carey’nin “my all” adlı parçası, gelin ve damatın ilk dans parçası olarak ayarlanmıştır, yanlıştır efendim. İbo’nun “ bebeğim”i olsun Alişan’nın “seviyorum seni” si olsun, bunlardır bizim özümüz. Mariah Carey’le başlayıp halayla devam etmek daha sonrasında ise tekno parçalarla düğünü bir disko havasına bürmek ve gelinin o gelinlikle dansöz gibi dans etmesi... bunlar bir yana, düğünlere gitmek istemememin asıl sebebi “ kalk kız, sen de oyna.” cümlesi ve türevleridir. Öyle despot ve anti sosyal gözükmeyeyim diye oynarım birde ben. Ama işte hiç istemeden, bir gıdım zevk almadan ve seni zorla kaldıran kişinin suratına düğün pastasını yapıştırmak istercesine oynarım. Sırıtarak çok eğleniyormuş numarası yapmam ise tamamen oyunculuğumla alakalı zira insanları üzmek istemem. Dans etmeyi seviyorum, ama zorunda bırakılmaktan hoşlanmıyorum.

Bir de düğün sahibi vardır, hayır bunlar kesinlikle gelin ve damat değildir, ebeveynleridir, inanın bu insanlara çok acırım ben. Saatlerce ayakta dururlar, gelen misafirleri karşılarlar ki yaşlı bunlar romatizması, kas ağrısı, kemik erimesi eksik olmaz gariplerin, maddi anlamda çökmüş olan hayatlarına bir de düğünden sonra 2. Darbe gelir, her masaya eğilip sırıtmaktan hem bel fıtığı hem yüz felci geçirirler, yazık değil midir yahu. Gelin hanım da orada şımarsın, kabarık kıyafetinin içinde kalçayı sallasın ama kimse anlayamasın ve güzel dans ettiğini zannetmeye devam etsin, damat da kasım kasım kasılsın aklında milyon tane soruyla (örnek soru: evlendim mi şimdi la ben? Ya şimdi noolacak?) mutlu gözükmeye çalışarak..

ha şimdi diyeceksiniz ki: her düğün böyle mi kardeşim? ne fark eder ki.. sonuçta çiftimiz mutlu oluyorsa (ki öyle olsun) bana kahverengi katıyı yemek düşer.. çikolataaaaa

16 Ekim 2009 Cuma

yazacak çok şey var..

seviyorum hepinizi..
not: evet kafam iyi...

14 Ekim 2009 Çarşamba

hem saçma hem sapanım

bu bloğu "bugün ne yazmış acaba sevgili turistim, kurban olurum ben ona" diyerek okuyan arkadaşlarım, büyüklerim, küçüklerim, özellikle de Zeynep'ime çok büyük sevgilerimi ileterek başlıyorum yazıma.

hareket dersinden çıktığımda kaslarım bağırıyordu bugün ve şöyle bir karara vardım bunun sayesinde; eğer burs çıkarsa parayı spor salonuna vereceğim ve düzenli spora başlayacağım, yek yeaa yapar mıyım, gider dil kursuna yazılırım "bir dil, bir insan, iki dil, dedikodu" demişler ya da uydurdum.

ben çok sık hasta olan bir yapıya sahibim okurum, kışın grip, nezle gibi hastalıklardan kurtulamazdım, ne kadar vitamin alsam da.. elimde tuvalet kağıdıyla dolaşırdım (daha yumuşak, daha hesaplı) ama geçen sene bu dönemlerde eczaneye gittim ve "grip aşısı olmak istiyorum" dedim. isteğimi 17 lira karşılığında gerçekleştirdiler ve bütün kışı hiç hasta olmadan geçirdim, size de öneriyorum, aşınızı olun, sağlıklı yaşayın. ben de unutmayayım.

yoğun olduğum için görüşemediğim birkaç arkadaşımdan sizlerin huzurunda özür diliyorum.

blue's festivalleri gelsin turist gitsin izlesin hepsini.. eğer beni görürseniz "turiiiist" diye bağırmaktan çekinmeyin.

13 Ekim 2009 Salı

sıra numaran geldi mi bir bak "dindon"


bankada sıra beklemek, beklemek kelimesini en iyi anlatan şeydir bence. sıra numaranı alırsın, önünde kırk kişi vardır, oturursun kırmızı koltuklara, (ki rahat değildir çünkü rahat olsa insanlar beklerken uyur ve sıralarını kaçırır) beklersin, sıra sana gelmez, beklersin, önündeki kırk kişi elli kişiye çıkmış, dindon çalan sıra ilerleme şeysine bakarsın dakikalarca.. ve bir bakmışsın o dindon şeysinde senin numaran var, panik olursun sanki hemen gitmezsen sıran gidecek diye, yerini alırsın ve memur hanıma yapmak istediğin işlemi anlatırsın, o da " ama onu ben yapmıyorum, bunun için diğer bölümden sıra almanız gerekli" der ve kısa süreli bir beyin göçü yaşarsınız, yaylada serin serin esen rüzgara kaşı, yeşil yeşil otları yediğinizi hayal edersiniz. sıra verme makinesine bir kez daha gidip "aptallığıma doyma bebeğim " deyip bir sıra daha alırsınız. bu sefer koltuklar da dolmuştur. ayakta birkaç dakika daha kırmızı yanıp sönenen dindon aparatına gözümüz dalar. yanda sizden daha çok beklediğini düşündüğünüz teyze, size ondan sonra gelen herkesin işlerini halledip gittiğini anlatır, yarı dinlersiniz yarı gelen gideni kontrol edersiniz, niyeyse. teyze muhabbete devam etmek isterse kafayı çevirip ayıp olmasın diye daha dikkatli dinlersiniz, olmadı süper hikayeler uydurursunuz kendinizle ilgili (nasıl olsa bir daha görmeyeceğim, peh..) derkeen, sıra ilerleme aparatı "dindon" diyerek sizi bir kez daha sevindirir, hatta yanıp sönen numara sizinkiyse "olley" diye koca bir çığlık atılır. bankadaki herkes kim bu deli diye bakarken sen işlemlerini halledersin, bankadan çıkıp gidersin..

bugün de bunu yaşadım, yarını merakla bekliyorum.


sen şimdi niye bu kadar küçük bir yazıyı okumaya çalışıyorsun bak gözün bozulacak hehehe.. (eğlendim)

11 Ekim 2009 Pazar

Araba diyorum!



Aybüke ve arabası benim için çok özeldir. ne zaman bu arabaya binsem şöförüm Aybüke açar müziği (radyoda ne varsa artık) ve coşarız. ama öyle normal bir çoşma değil bu yoo.. diyelim frekansımız bir tekno parçaya takıldı, kollar havaya kalkar kafa ve eller aynı doğrultuda aşağı yukarı iner, sıkıldık mı o zaman değişir radyomuz ve fantazi müziğin babası gelir kulaklarımıza, ikimiz de emrah oluruz, içimizde yaşarız (hatta Aybüke'nin arabayı sürüş tarzı değişir), bu da mı kesmedi hemen tuşa bir kez daha basılır ve ilahiler, arabanın içinde adeta zikir çekeriz, kendimizden geçeriz, sonra zevkten dört köşe nurilere koşarken yanlışlıkla değiştirdiğimiz radyo kanalında rap parçalar çalmaya başlar ve arabayı, bir ileri bir geri dur kalklarla ritmimize uydururuz hatta bunu boğaz köprüsünden geçerken yapmayı çok severiz, değiştiririz bir kez daha kanalı rock mı çıktı, saçlar asi bir şekilde sallanır parçalara avazımız çıktığı kadar eşlik edilir ve sonrasında özümüze dönmek isteriz ve radyoyu kapatıp cd'mizi açarız ki; blue's, jazz, opera, latin.. (bu bölümde hiçbir şey yapmadan öylece sakince dururuz) Aybüke benim hayatımda gördüğüm en iyi kadın şöfördür. sanırım bana araba kullanmayı öğretmesini isteyeceğim ondan.

not: bir kadın araba kullanırken bir adamdan daha fazla küfür eder!

9 Ekim 2009 Cuma

gülen suratlı yazı



Verdi dinleyip temizlik yapıyordum bir odası, bir salonu ve bir de küçük banyosu olan evimde. kısa sürdü temizliğim, çünkü sular kesikti. süpürdüm etrafı ama bulaşıkları yıkayamadım, duş alamadım, yerleri silemedim. bu sebeple bir Cecilia Bartoli cd'si takıp hayatıma kaldığım yerden devam ettim. biraz yağlanmış saçlarımı toplamak istedim, aynanın karşısına geçtim ama herzamanki gibi saçlarımla değil yüzümle ilgilendim, yok kaşım mı çıkmış, sivilce mi var işte bunlar gündemimi kısa süreli değiştirebilen konular. saçlarım hmm.. hiç boyatmadım ben, boyatmak istedim ama vazgeçtim ya da vazgeçirdiler. boyatırsam çünkü dikkat çeken bir renk olurdu saçım, sonra kendimle dalga geçerdim..

mandalina mevsimin en güzel meyvesidir benim için. kokusu, tadı, soyması bile hoşuma gidiyor böyle tırnaklarımın arasına girse de kabuk parçaları, sarı sarı.. ama eğer en sevdiğim meyve sıralaması yaparsak mandalina üçüncüdür. birincilik teli her zaman çileğindir, ikincilik karpuzun..

şimdi bütün okurlarım için piyanoda "the cure - love song (cover)" çalacağım, ama ne yazık ki duyamayacaksınız.. olsun ben çalıyorum yine de sizin için bilin bunu :)
not: bu yazıyı okuduysan bugün, üç vakte kadar güzel bir haber alacaksın.

8 Ekim 2009 Perşembe

sözlüğe mektup

dün sözlük yüzünden aklım gitti okurum sebebi aşşağıda onlara yazığım mektupta açık ve net bunun için şöyle bir bakın;


sevgili sözlükçü;
bugün sözlüğe girdiğimde her zamanki gibi kontrol merkezine tıkladım, peki ne için, çaylak onay sıram ilerlemiş mi bakalım diye, ama ne göreyim de boğazımda yeni yapmış olduğum un helvasının parçası kalsın, şu;
daha dün 6817'li bir sıradayken bugün aniden önüme 40000 kişi geçmiş. bakın sevgili sözlük büyüklerim, ben sözlüğe bir sabırtaşı olarak girdim, en az 1 yıl bekledim zaten, sonra çaylak yapıldım tıpış tıpış cezamı çekiyorum tamam. ama aniden 40000 kişinin arkasında buldum kendimi, sanıyorum bu bir hata ve eğer düzeltilmezse ben "sabırtaşı fosili" olarak ünvan kazanacağım. lütfen bana bu konuda bir açıklama yapın ve eğer bir hata varsa düzeltin, herkes hakkı olan sıradan devam etsin. ayrıca yazmış olduğum 10 entryi de kontrol ettim evet, hiç biri silinmemiş yani okunmamış, herhangi birini silseydiniz anlardım ki beğenilmemiş bu yüzden çaylak yapılmışım, ama yok, hepsi yerinde duruyor, yani bunu düşünecek kadar zeki bir insan olduğumu da kanıtlamak istedim.

devamı da var da önemsiz.. (yazar iken çaylak olmak, sonra önüne 40000 kişinin geçtiğini sanmak, acıklı bir hikaye..)


itiraf ediyorum, mektubumda içten davranmadım, çünkü ettiğim küfürler ebediyen pişmanlık duymamı sağlayabilirdi. neyse öğrendim ki sözlük tadilattaymış, yapılan yanlış da düzelirmiş, telaşa gerek yokmuş, ne demek yok la hayvan ömrümden ömür gitti!

neyse az önce the oz'la yaptığım bir sohbette "lezbiyen" yerine "kezbiyan" dedim. sonra da durumu düzeltmek için tanım yaptım; " kezbiyan: kezban ve lezbiyen kişiliklerini aynı anda bünyesinde bulunduran dişi. " baktım kendime ve anıra anıra güldüm saat gece oniki suları.. deliriyorum!

7 Ekim 2009 Çarşamba

benimle evlenir misin?



evlilik teklifleri günümüzde çeşitli teknolojik yöntemlerle ve ilginçliklerle yapılıyor artık. mumlu, şarapların ve şehvetin olduğu masalardaki evlilik teklifleri eskidi . kadınlarımız nerde orijinallik var onu tercih ediyor. hatta o kadar şaşırıyorlar ki yanlışlıkla "evet" bile diyebiliyorlar. işte buna "romantizm" değil, "kandırmaca" denir okurum. sen git helikopterden atla, kızın aklı gitsin ölecen diye, sonra lönk diye aç paraşütü, benimle evlen yaz paraşüte bir de, hatunumuz "evet" der haliyle, fikir güzel, aklı başından gitti zaten komple boşalttın. bir de otur konuş bakalım, "yahu biz sevgiliyiz şimdi evlenelim bence yaş aldı başını gidiyo çocuk yapmak lazım" de bak bakalım aynı kişi suratına sümsüğü yapıştırmıyor mu. yani teklif önemli arkadaşım, eğer evlenmeyi kafaya koyduysan, öyle anneyi babayı koluna takıp görücüye gitmeyeceksin, adam gibi fikir bulacaksın, uygulayacaksın, aklını alacaksın, yoksa kariyer düşkünü hatunlarımız kabul eder mi sanıyorsun, etmez, cık vallaha etmez.

bir de sevgili hemcinslerim nedir bu yüzük düşkünlüğünüz. bir tek taş, pırlanta takınca etli parmağınıza, hayatınız boyunca mutlu mu olacaksınız, aslında olabilir yahu... diyelim nişanı attın yüzüğü verme geri, sat, al sana nakit, piiii istediğin gibi harca. ya valla aslında böyle gelir elde edilebilir, 2 ayda bir nişanlansak, hmm bir yüzük bir de söz için takarlar ettimi iki...... (derin düşünceler)

5 Ekim 2009 Pazartesi

regl oldum ilanı vol.2

biraz melankoli oluyor ben romantik komedi izlerken. film bitiyor, ben ağlamaya başlıyorum, mayak mıyım peki?
-belki..

regl olmak üzereyim ve bu dönem kendisini suratımdaki sivilcelerle belli ediyor, her şeye sinirlenmelerimle, aşırı duygusallığımla.. bu dönemlerimde bazen çekilmez bir kız oluyorum, mızmız, ukala, memnuniyetsiz, asık suratlı, ( böyle kızlardan nefret ederim ben )
anlamıyorum ki yumurtamın düşmesi, kanamamın olması neden benim psikolojimi etkiliyor, ne hakkı var buna şimdi..

bir kaç gündür blog yazmıyorum, sizi sıkmamak için çünkü, yazsam çok melankolik olacak, üzgün olacak, siz de sıkılacaksınız, sonunu bile okumayacaksınız..

meraklı bir insanım ama bazı şeyleri merak etmek istemiyorum, bunun için tutuyorum kendimi, ne zaman kimsenin görmediği kanatlarım ve bedenim olacak o zaman merak ettiğim her şeyin cevabını öğreneceğim. yoo hayır, öldüğüm zaman değil bu. ölen insan kanadı nerden buluyo hem, te allam. teknoloji o kadar ilerleyecek ki göreceksiniz bak, turist dediydi dersiniz. (bak, buraya yazdım!)

çok şey öğrenmek istiyorum ben ama çok eğlenmek de istiyorum, ikisi aynı anda yürür mü dersiniz?

bana bir gün birisi fotoğraf makinesi (nikon, olmadı canon slr) hediye ederse ben o gün onun istediği her şeyi yaparmışım gibi hissediyorum, bu kadar da ucuz bir insanım yani. pisliğin tekiyim aslında bakma sen.
not: fotoğraf makinesi konusundan ayrıca bahsedeceğim, sen bu kadar isterken zengin çoluk çocuğun elinde görmek ne demek iyi bilirim, boğazın düğümlenir, küfretmek istersin, fakirmiş gibi hissedersin, dövmek ist....

yukarıdaki fotoğraf da mavi'nin "burası istanbul" adlı reklam filminin sıradaki çekimlerinden bir görüntüdür. götümden uydurdum aslında bu benim fikrimdi.

çok iğrenç bir espri yapsanız şu an, gülerim.

1 Ekim 2009 Perşembe

sevmek suç mu uleynn?


sevdiğim insanlara sevgimi belli ederim, öyle kapalı kutulardan değilim, böyle yanaklarını sıkarım, öperim, sarılırım, hatta yanak sıkma olayını gerçekleştirken kendimden geçerim, hah birde kedileri böyle sıkıştırarak seviyorum. neyse bugün Naz'la bir kafede otururken ( kafe değil cafe o bi keree) dayanamayıp yanaklarını sıkma pozisyonu aldım, o kırmızı yanakları öpecektim, Naz'ı kendime doğru çekerkeeen adamın biriyle göz göze geldik (dudaklarım öpmek için ayarlanmış) ,merdivenlerden inecekti güya, bakakaldı bize hayır ne var yani hiç mi öpen kız görmedin adamım. ama o kadar komikti ki ifadesi kim bilir kafasından neler geçti, dönüp dönüp baktı bir de..

kedi demişken ben geçen gün sevgilisine yaranmak için kedi seviyormuş numarası yapan kız gördüm. oğlumuz aldı kediyi kucağına kız da "ayyy çok şiiriiin yhaaa,, bayılırım ben bunlaraa" diyip tiksinen bir suratla kediye baktı önce, sonra iğrenç renkteki ojeli tırnağının ucuyla kediyi okşuyormuş numarası yaptı, işte o an tiksindim o kızdan, hatta ayrılsın o çocuk ondan, kızın suratına sümsüğü yapıştırasım geldi.

ey bossa nerdesin.. bir aşk-ı memnu kritiği yapmadan geçmiyor perşembe günleri..

reklam

"calgon" reklamlarından bıktım artık! senaryo hep mi aynı olur yahu sanki oyuncu değiştirerek farklı bir reklam mı yapmış oldunuz yani siz. bıktırdınız ya öff valla sinirlendim. "makineniz kireçlenmiş, calgon kullansaydınız böyle olmazdı" hay ben senin..!

hah bir de "cif" reklamları da genelde aynı 'değişen oyuncumuz, değişmeyen deneyini yapar, ilk başta dandik marka kullanır bi boka yaramaz, sona "cif" kullanır aman allahım o da ne bir damlasıyla bütün ocak hastahane hijyeniyle parıl parıl parlıyor maaşallah'..

asıl beni kendimden geçiren "kosla"dır.. azalarak bitsin bu reklam, lütfen, pembeden nefret ettim sizin yüzünüzden be..

mavi'nin "burası istanbul" reklam serisi de dalga geçilmek için yaratılmıştır. üniversiteli içi kıpır kıpır heyecan dolu,"abi bu reklamla süper dalga geçeriz bak aklımda bir senaryo geldi şimdi kara çarşaflı bi kadı...." bu şekildeki ilginç sandığı aslında herkesin düşünebileceği tarzdan fikirlerini beyaan eder, fikir beğenilirse kamera bulunur bi yerden, amatör çekim yapılır yutupa, feysbuka konulur, eğlenilir.. evet bu fikir benimdi ben de o gencim..

peki turist hangi reklamı beğenmiştir? cevabım "ege bal" okurum. bu markanın reklamları beni anıra anıra gülmeye teşfik etmiştir. örn;
ege bal


bu sabah da kahvaltı olarak salata yaptım kendime, neden? çünkü ekmek almaya üşendim kahvaltıyı da ekmeksiz yapamam, diğer öğünlerde ekmek olmasa da olur ama kahvaltı başka.. ben de zeytin, peynir ve nutella'ya "ekmek yoksa siz de yoksunuz" bakışı atarak salatamı yedim.

mucuruyorum..