1 Ağustos 2009 Cumartesi

ben nasıl öldüm?

hiç bilmediğim bir yerdeyim. her çeşit insanın olduğu bir yer, herkes çıplak, hayvanların bile tüyleri yok..herkes ortak bir dil konuşuyor ama ben bu dili daha önce hiç duymamama rağmen biliyorum. nasıl mümkün olabilirdi bu? adamın biri, bir arap, yüzünde hafif morlukla, kuşla konuşuyor resmen, hayal mi görüyordum yoksa? , yanımda olayları benim gibi şaşkınlıkla izleyen teyzeye sordum, "bu gerçek mi? o adam gerçekten kuşla mı sohbet ediyor?" bu cümleyi kurarken bile hayret ediyordum kendime bu benim dilim değildi, ama konuşabiliyordum. cevap vermesi birkaç saniye aldı teyzenin "evet konuşuyor" duraksadı bir an "biz öldük mü?". aman allahım şu ana kadar duyduğum en korkunç soruydu bu, o an etrafta olan biten herşeyi unutmuştum ve sadece bunu düşünüyordum, "ben öldüm mü?". çok da uzakta olmayan kırmızı renkli, garip bir ağacın altında duran banka oturuverdim, olayları algılamak için zamana ihtiyacım vardı.

belki bir kaç saat bu bankta oturdum, etrafta balonla gezinen adamın yüzü dikkatimi çekti, birine çok benziyordu ki bu benzerlik benim saatlerce düşündüğüm konudan uzaklaştırmıştı beni, babamdı o. göz göze geldik ve bana gülümsedi, tüylerim diken dikendi, yanıma geldi ve balonu bankın kenarına bağlayarak; " hoşgeldin oğlum." dedi, boğazım düğümlendi, gözlerim büyüdü ve yaşlar hızlı hızlı inmeye başladı. sarıldık, ona hiç bu kadar sıkı sarılmamıştım, öldüğünde bile.. " burası cennet mi?" der demez babam kahkayı patlattı, etraftan bir kaç köpek de gülmeye başladı. nesi komikti acaba, içten içe sinirlendim. babam gülmekten ve sevinçten yaşaran gözlerini çıplak koluyla sildi;

- hayır yavrum, cennet ve cehennem bizim dünyada hayal ettiğimiz bir yer, burda herkes eşit, kimi katil, kimi hacı, kimi çocuk.. kimsenin günahı ya da sevabı yok burada, para da yok, mafya da, cami de, orospu da..
daha sorularım bitmemişti ve bitecek gibi değildi, devam ettim;

- peki bir lideriniz yok mu, hani dünyada allah dediğimiz?
- yok. burada herkes kendinin lideri, dedim ya herkes eşit, böcek hanım da (yerdeki karafatmayı gösterip saygıyla eğilerek), elvis presley de, herkes..

hayal kırıklığına uğramıştım biraz, bu benim hayal ettiğim şey değildi, cennet yoktu, cehennem yoktu, dünyada o kadar şeye zarar verenler, hiç bir şeye zarar vermeyenlerle eşitti, bunun bir cezası olmalıydı, adalet olmalıydı.. babam koluma dokundu, "gidelim." dedi. sormak istediğim o kadar soru varken daha cevap alamamışken çoğu şeye, sadece babamı takip ettim, elini omzuma atmıştı, bu hiç olmazsa bir güvendi benim için..

küçük ve dıştan çok bakımsız görünen bir kulübeye geldik, balkonunda dört kişi okey oynuyordu, babam sevinçle sırtımı sıvazlayıp pipimi göstererek; "bu oğlum!" dedi. okey masası babamın bence yersiz espirisine fazla gülek birden hareketlendi, herkes sırayla "hoşgeldin" demeye başladı. masadakilerin çıplak oluşu niyeyse beni hiç rahatsız etmiyordu. ben daha teşekkür edemeden babam beni kulübeden içeriye itmişti bile. içerisi bir saray kadar güzeldi, her yerde çiçekler, pastalar, parıldayan mumlar.. çok etkilenmiştim. babam sırıtarak " ee yorulmuşsundur sen, kolay değil ölmek" dedi ve bir kahkaha daha patlattı. o an içimde aniden bir sızı daha oluştu, ölmüştüm ben, annemi, kardeşimi, sevgilimi, herkesi dünyada bırakıp buraya, daha ne olduğunu anlayamadığım yere gelmiştim.. babam beni bir odaya götürdü, odada sadece gösterişli ve büyük bir yatak ve kocaman bir ayna vardı. babam kapıyı kapatmadan önce sevimli bir gülümsemeyle "iyi ki geldin oğlum" dedi ve kapı kapandı.

şimdi kendimle başbaşaydım, ne garip ve çıplak insan vardı etrafta, ne de konuşan hayvanlar.. yatağa uzandım, dünyada hiç bu kadar rahat bir yatakta yatmadığımı farkettim. ellerimi inceledim. ayağa kalktım, aynaya baktım ve vücudumu incelemeye başladım, her şey normaldi. ne bir çürüme, ne bir kan, ne de bir yara vardı bedenimde. kafamdaki sorular o kadar çoğalmıştı ki artık başa çıkamıyordum, yorulmuştum resmen. buraya nasıl geldiğimi ve son bir kaç saattir yaşadıklarımın gerçek olup olmadığını ayırt etmeye çalışıyordum. her şeyin gerçek olduğunu anlayınca uzunca bir süre ağladım, göz yaşlarımın çıplak vücuduma düşüşünü izledim aynada. neden ölmüştüm? erken değilmiydi? nasıl ölümüştüm? yoksa öldürüldüm mü? hiç birşey hatırlayamıyordum.

yatağın içine girdim, yumuşak ve sıcak yorganı boğazıma kadar çektim, kendi cenaze törenimi hayal ettim, "nur içinde yatsın" diyordu herkes, güldüm ve kendi kendime konuştum " kimseyi kırmayayım madem, nur içinde uyuyayım ben" dedim ve gözlerimi kapatım, yeni dünyamda yeni uykuma daldım..

not: hayatımda ilk defa bir hikaye yazdım. bütün eleştirilerinize açığım.

sevgiler turist

3 yorum:

kim gölgesinden kaçabilir ki dedi ki...

eline saglık...

bossa nova dedi ki...

bazı yerler kopuk kopuk olmuş sanki turisim ama fikir hoş ölmeden ne kadar ütopik olduunu bilemeyiz di mi:)

Turist dedi ki...

teşşekkür ediyorum ikinize de :)

kopuk kopuk mu olmuş bossa pii beceremeyeceğim ben bu işi :P hikayeyi kısa tutmaya çalıştığım için olmuş öyle affınıza sığınıyorum.. =)